7 Aralık 2009 Pazartesi

Çıkmam tövbe bir daha meyhaneden

Dumanı tüten meyhane
mis gibi sigara kokuyorum
üstüm başım fıstık kabuğu
meyhaneci !! içki koy .

tam burası dünyanın merkezi
greenwich değil , ekvator değil
tuvalet daracık cebelitarık
durma meyhaneci!! içki koy .

zaten akşamdan kalmayım
meyhane erken açılsın
cızırtılı radyoda müzeyyen
durma meyhaneci !! koy koy koy ...

2 Aralık 2009 Çarşamba

Barcelona

Güneşin altında oturmuş sıcağı derimin altında hissediyor bir yandan da neyin tanıtımının yapıldığını anlamadığım bir reklam panosuna bakıyordum . Tıpkı yaşam gibi . Rahatsız bir ortamda karşında olan biteni anlama çabası . Sonunda bunun bir süt reklamı olduğunu anladım . Veya peynir emin değilim . Tam o anda rüzgarın aslında serinletici bir etkisi olduğunu unutmuş olduğumu fark ettim . Uzun zamandır kavurucu esiyordu . Balkondan içeri girdim . Kalın perdelerin sağladığı loş ve nispeten serin odadaki kanepenin üzerinde çıplak olarak uyuyakalmıştı . Yüzü sağ kolunun üzerinde , yastık kanepenin yanında yerde , çarşafın bir bölümü kalçalarınını , geri kalanı yerdeki şarap şişesinin örtmeye çabalar halde duruyordu . Tıpkı zamanın herşeyin üzerini örtmeye çalıştığı gibi . Banyoya girip suyu açtım ve kırmızı derimi altına soktum . Cehennemi sıcakta nereden çıkıp geldiğini anlamadığım buz gibi suda haşlandım . Kurulanmadan çıkıp yanına uzandım . Biraz terlemişti , sıcacıktı . Dudaklarını ıslattım . Eridiğimi hissediyordum . ''Neredeydin'' diye sordu . ''Çişimi yaptım'' dedim .

24 Kasım 2009 Salı

sunday

ağaçlar daha yeşil bu sefer
güneş bulutların içinde
dünya ıslak
sahildeki kumlarda ayyakkabı izlerimiz
yine elele
üşürsen sarılırım
üşürsem sarılırım
gökyüzünden iki aşık düştü
hayat çam ağaçları kadar sakin
rüzgardan bizi koruyan pencere
önünde ağaçlar
arkasında şarap şişesi ve biz ...

6 Kasım 2009 Cuma

Mum

Gel de ,
akşama kadar dayanacak nedenim ,
savaşacak gücüm olsun .

Gel de ,
rüyalarımda sen varken ,
sabahları uyanacak cesaretim olsun .

Gel de ,
içtiğim şarap değil ,
aşk olsun aşk !

Gel de ,
eriyen ben değil ,
masadaki mum olsun .

3 Kasım 2009 Salı

Cam

Zamanla değişen sadece saç telleri ve telefon direkleri ise ,
Yeni hikayeler anlatmak gereksizdir .
Cam kavanozlarda saklanıp peri masallarına inananlar ,
Unutmayın hayal kırıklığı kutsaldır .

Şu falım sakızlarıyla anlaşıp buna benzer şeyler yazsam diyorum bazen . Para istemiyorum .

21 Ekim 2009 Çarşamba

Belle and Sebastian

Telefon çaldı . Açtım .

-ne haber ne yapıyorsun ?

-iyiyim bir şeyler içiyorum .

-kim var yanında ?

Telefonu kulağımdan uzaklaştırıp etrafıma baktım .

-insanlar var .

-dalga geçme ulan .

-tek başımayım kim olacak yanımda .

-abi niye yalnız oturuyorsun , arasana beni .

Bunu bütün içtenliğiyle söylemişti ve sesinde şaşkınlık vardı .

16 Ekim 2009 Cuma

Cuma

Eskiden uyurken bile tedirgin ve rahatsız olan kalbimin üstüne on atom bombası büyüklüğünde huzur düştü .

Halı , Duke Ellington , yağmur , sıcak ...

Aynı cümle içinde .

13 Ekim 2009 Salı

Lüfer

Her Yenikapı otobüsünün balık kokması gibi ,
her sigara izmaritinin de anlatacak mutlaka bir hikayesi vardır .


Sanırım bunlardan bazılarını Müslüm Gürses dile getirmiş ...










Solmadan gel artık aşkımın gülü
Olsa da konuşsa kalbimin dili
Küçücük dünyamda bir bilsen seni
Görünmez yazıyla yazdım kalbime

Böyle bir aşk görülmemiş dünyada
Ne geçmişte, ne de bundan sonra
Arasalar bulamazlar rüyada
Göremezler seni yazdım kalbime

Nasıl sevgiymiş görün de bakın
Sevgilim seninle buluşmam yakın
Unuttum desem de inanma sakın
Anılarla yazdım seni kalbime

9 Ekim 2009 Cuma

2 Ekim 2009 Cuma

Cuma

Biraz önce Paşa bana dönerek '' siz insanları anlamıyorum '' dedi , '' bende köpekleri hiç anlamıyorum '' diye cevap verdim . Asıl anlaşılmaz olanın insanlar olduğunu biliyorum ama bunu bir köpeğe itiraf etmek zor geldi . Evet anlaşılmaz bir durum .

1 Ekim 2009 Perşembe

Perşembe

Kalelerin , surların ve gözetleme kulelerinin , şehirleri koruma görevinden emekli olup müzelere dönüşmeye başlamasından ve devasa gökdelenlerin gölgeleri onların yüceliğinin üzerine düştüğünden beridir hayatıma bir karınca olarak devam ediyorum . Şövalyelik artık bir meslek olarak değer görmüyor . Hiç bir şirketin şövalye aradığını duydunuz mu ? Ben duymadım . Hayır güvenlik görevlisi değil , şövalye ...

Victor Onopko bir futbolcu eskisi olabilir . Kariyerinde birinci sınıf takımlarda oynama şansı bulamamış olabilir . Fakat bu sabah yanağındaki belli belirsiz ruj iziyle , mutlu ve mesut bir şekilde iş yerine gelmiş , kahvesini içip onu ne kadar sevdiğini tekrar düşünmüştür . Ve bu bir insan için tarihin neresinde olursa olsun az bir şey değildir . Tıpkı sigara böreklerinin günün her saati için önemli bir besin maddesi olması gibi . Tam anlatamamış olabilirim . Tekrar deneyeceğim .

30 Eylül 2009 Çarşamba

Çarşamba

Düşündümde , biz burada iken oyuncaklarımızın hala o deniz kenarında bir yerlerde olduğunu bilmek çok rahatlatıcı . Tıpkı intihar etmeden önce cd çalara Billie Holiday koyup , tetiği çektikten sonra şarkının devam edeceğini bilmenin verdiği iç huzur gibi . Evet ben gidiyorum ama o benim için söylemeye devam edecek .

Tekrar günaydın .






:)

10 Eylül 2009 Perşembe

ansızın

Lodos yağmurun geldiğini fısıldadı sıcak nefesiyle
yaprak örttü kaldırımları
su varsa hayat vardır dedi onopko
su varsa rakı vardır
su varsa yeşil vardır
su varsa roka vardır dedi ...

diğeri kesti sözünü heyecanla
eey onopko şu yerdeki dutlar hiç mi bir şey hatırlatmaz sana
yeşile rakıya bulaşma
lafa boğma şu sonbaharı
havalar buz gibi olmadan
al karadutu
al böğürtleni
unutma dedi kumar borcu namus borcudur ...

9 Eylül 2009 Çarşamba

ROKA

çıkıyorum buradan yalınayak...
beni öldürmeye çalışan kamyonun zehirli ekzozundan
şehri saran otomobil kozasından
anadolu kasabaları büyüklüğündeki bilmemne evlerinden
erik tadında domates yemekten
ölen şehrin ecel terlerinde boğulmaktan
kaçıyorum.

7 Eylül 2009 Pazartesi

Federer

Backhand'im onun kadar iyi olmayabilir ama bende duygusal bir çocuğum . Kıskandım ve gizlice Hewitt'i destekledim . Kaybetti . Olsun . Sen sevindin . Bende tenisçi olacağım . İlk önce saçlarımı uzatacak ve kafama bir bant takacağım . Gerisi kolay .

15 Ağustos 2009 Cumartesi

Cumartesi

ekmeğim inancım tanrım
kanım canım şarabım
anam babam yeşil ormanım
suyum yağmurum sıcağım
haftaya bugün .

13 Ağustos 2009 Perşembe

Perşembe Akşam

Saat 21:04 .

Akşam oldu . İş yerindeyim . Karnım acıktığı için bir sigara yaktım ve plastik bardağa kola koydum . Vantilatör sigarayı sıcak tutuyor . Çabuk bitiyor meret . Bir tane daha yakarım , ne yapayım .

Saat 21:06 .

Telefonum irsaliye koçanının üzerinde . Dikkatlice bakıldığında savaştan çıkmış gibi . Sürekli yere düşüyor . Tuşlarına sıkı basmam gerekiyor artık . Hissizleşti biraz . Duyarsız telefon . Benimle başı dertte . Eminin başka bir sahibi olmasını isterdi .

Saat 21:10 .

Senin okuyacağını bilerek yazmak veya sana bir şeyler yazmak ... Gazı kaçmış koladan bir bardak daha doldurdum . 22:00 otobüsüne bineceğim .

Saat 21:12 .

Kafam ağırlaşıyor . Bedenimden ziyade kafam yorgun . Sabahları ise tam tersi . Yataktan kalkacak gücü bulamıyorum ama beynim zinde oluyor . Uyandığım anda yapılacak işleri planlamaya başlıyor . İstem dışı . Yanımdaki kitabı kütüphaneye koyuyorum . Telefonu masanın üzerine . Sehpanın üzerindeki şişelerden birini kütüphanenin bölmelerinden birine . Çok dekoratif göründüğünü düşünüyorum . Annem aynı fikirde değil . Çıkmadan buzdolabına bakıyorum .

Saat 21:18 .

Makina dairesi 40 derece , yanıyor . Sabaha kadar çalışak iki kişi var . Bir hafta gece bir hafta gündüz çalışıyorlar . Haftasonu dahil . Sosyal hayatları yok . Ne olduğundan haberleri de yok . 20 Yıldır İstanbul'da olup boğazı görmemiş insanlar var . Fare deliklerinde çalışıyorlar .

Saat 21:23 .

Bir sigara daha ...

Saat 21:25 .

Bunu sadece zamanın geçtiğine emin olmak için yaptım . 21 Dakika geçmiş . Perşembe günü . Akşam .

Perşembe

Günler , ders zili çaldığında sınıfa girmek istemeyen öğrenciler gibi . Bir gün kaç ay ..

iç iç iç ... iç iç ..

ne zaman iki satır yazmaya kalksam
hep sana hep seni hep bizi yazıyorum
ne zaman bir kadeh alsam elime
hep sana hep seni hep bizi içiyorum

her gece kederdeyim
durmadan içiyorum
sevda ektim kalbime
yalnızlık biçiyorum

9 Ağustos 2009 Pazar

Pazartesi

Terliklerimi giyip geleceğim . Bugünü sayma 11 gün kaldı .

8 Ağustos 2009 Cumartesi

Kuzey Ege

Acının lezzetini bilmeyen mutluluğun tadını alamaz .

Savaşarak kazanmadım bu hayatı . Hoş fark etmezdi ya . Bu yüzden dilediğimce yaşıyorum . Dilediğimce harcıyorum zamanı sıkılmadan . Tam aksine şevkle heyecanla ama sakin .

- Bence bir ev ve iki bar ile hayat geçer .

- Yürekten katılıyorum .

Sen tukenme BENI BITIR !!

Kadehinde zehir olsa, ben içerim bana getir.
Dudakların mühür olsa, ben açarım bana getir.
Ağladığın geceleri, kalbindeki acıları
Cekinmeden bana getir, sen tükenme beni bitir.

Aşk bağının gülü ol da, dikenini bana batır
Bakma canım yandığına, sorma benim halim nedir
Ağladığın geceleri, kalbindeki acıları
Cekinmeden bana getir, sen tükenme beni bitir.

3 Ağustos 2009 Pazartesi

Kalp = Mp3 çalar

Belki ben yanılıyor olabilirdim ama Metin Oktay yanılmazdı . Hagi yanılmazdı . Evet tam burada , burda .

Aylardan beri aynı şarkı .
Kalbime takılı kulaklarımda ,
her defasında aşkla dinliyorum ,
söylüyorum ...
Burda .
Burda .
Burda .

Çay ve kuru ekmek

Birini gönderip poğaça veya börek aldırabilirim . Telefonla sipariş edebilirim . Tost yapıyorlar , bir kaç kere yedim fena değildi . Aslında saat 11:30 ve acıktım . En azından acıkmış olmam lazım . Fakat bir parça kuru ekmek ve çay ile geçiştiriyorum emin olmadığım açlığımı . Çünkü aç değilim .

Huzurluyum . İnanmayacaksınız ama gülüyorum . Sırıtmıyorum , gülümsüyorum . Dolu dolu . İç sıkıntılarım vardı . Sanırım güneye indiler . Ses soluk yok ne zamandır . Tatil onların da , benim de hakkım .

Peki bütün hayatımı ve şimdiye kadar söylediğim her kelimeyi hiçe sayıp mutluyum desem utanarak .

28 Temmuz 2009 Salı

Know your rights

Pazar sabah uyandığımda Clash çalıyordu . Bir süre daha çalmaya devam etti . Yıllar sonra hatırlanacak o güzel dakikalar ve bunun farkında olmak .

Her sarılışımda inancım artıyor , kendime , hayata ve hala anlam ifade eden bir şeylerin olduğuna . Bunların hepsini kaybetmiştim zaman içinde . Ufak bozuk paralar gibi düşürmüştüm ve eğilip almaya ihtiyaç duymamıştım her seferinde . Akşam olmasının , sabah olmasının , uyumanın ve uyanmanın bir sebebi var . Her sarıldığımda vücudumdaki kirlenmiş kan yenisi ile değişiyor . Bu o kadar basit değil . Sağlığıma kavuşuyorum . Umrumda bile olmayan sağlığıma kavuşuyorum ve korumak istiyorum .

Günaydın .

24 Temmuz 2009 Cuma

Kahvenin İçinden

98 Yılının sonlarına doğru Rem - Up albümünün kasetini aldım ve taşınabilir kasetçalarımın içine koydum . Yanlış hatırlamıyorsam eğer , 6 ay ara vermeden dinledim . Sonunda kaset bozuldu ve çıkarıp attım . Yıllar sonra bir müzik markette ucuz cd sepetinde buldum albümü ve aldım . Fakat hiç dinlemedim .

İkinci parça Lotus'tu . Hareketli bir parçaydı . Cover grubunda şarkı söylediğim yıllarda , her akşam programı bu şarkıyı çalamayarak açardık . Lotus'tan başka her şeye benzerdi . Bir iki tane de kendi parçamız vardı ama onlarıda çalamazdık . Prova olsun konser olsun fark etmezdi . 4 adet beceriksiz adamdık . Bir gece , hiç unutmam , bar bayagı kalabalıktı . Öğlenden kalmayım ve hala içiyorum . Bir kaç şarkıyı ağzımda geveledim . Grup benden sarhoş ama millet eğleniyor bir şekilde . Parça arasında cebimdeki sigarayı bulamadım ve sahnenin önündeki kalabalığa dönüp '' birkaç dal sigara atsanıza'' dedim . Sigara yağdı üstüme . Sonra iki saat kısa marlboro aradım yerde emekleyerek . Bas gitaristin ayağının altında vardı bir tane . Alıp yaktım ...

Geçen yıl bir kadın , senin burcunun yıldızının arkasına bir gezegen geçti ve üç yıl orada kalacak , bu yüzden seni uzun ve zor üç yıl bekliyor , demişti . Sanki geçen yıllar çok kolay geçmiş gibi .

Bu kahve şekersiz içilmiyor be güzelim , gel artık . Ağzımı burnumu buruştura buruştura bir hal oldum ..

19 Temmuz 2009 Pazar

İki yıl mı oldu , iki hafta mı ?

Belediyeler yeşillendirme çalışmaları yapıyorlar , çevre düzenlemesi maksadıyla . Yol kenarlarına parklara , bahçelere ... Fakat bazı yerlerde artık yeterince sulanmadığı için mi yoksa toprak kabul etmediği için mi bilinmez çimler soluyor , ekilen fidanlar yaşamıyor . Bazen de bir bakıyorsunuz taşın içinden , damdaki oluktan fışkırıyor yeşil .

Zaten konuşmakta zorlanıyordum uzun bir süredir . Konuşmaya başladığımdan beri konuşmakta zorlanıyorum aslında . Sanırım konuşarak tam ifade edemediğim içindir kendimi . Yazarak anlatmakta konuşmak kadar zor . İki yıl mı oldu , iki hafta mı ? Bir hafta kaç gün ?

Sakin , sessiz ama aşkla , içimden taşan aşkla , dertsiz tasasız , tatlı tatlı kaşınan yara gibi özlüyorum ...

17 Temmuz 2009 Cuma

Çok Özledim

.
















Çöl gibisin Sezen ,
Sürekli serap gösterdin ,
Su istedik
Gözyaşı verdin ...

15 Temmuz 2009 Çarşamba

Mermi Gibi

'' Bu nasıl cin-tonik olum bu sadece tonik lan '' diye bağırdım ve bardağı barmene fırlattım . Eğildi , tam arkasındaki yarım şişe votka yere düştü . İçim acıdı .

Goriller sağ kaşımı açtıktan sonra bana kapıya kadar eşlik ettiler . Yerden kalkıp hemen karşıdaki bara girdim . Cin-tonik istedim . Barmaid kadeh ile beraber yara bandı koydu bara . Bantı alıp kalbimin üstüne gelicek şekilde montuma yapıştırdım . Gülümseyerek birkaç peçeteyi kanayan kaşıma bastırdı ve diğer müşterilerle ilgilenmeye gitti . Birşeyler daha içtim dışarı çıktım .

Yokuşun bitimindeki şarküteriyi hedef aldım . Ok gibi fırladım . Aşağıya doğru mermi gibi iniyordum . Cama çarptım , özenle hazırlanmış vitrinin içine girdim . Artık her yerim kanıyordu . Cam kırıklarının arasından bir kavanoz nutella ( büyük boy ) aldım , açtım , parmakladım . '' Yeşil çizik zeytin istiyorum '' dedim '' ikiyüzelli gram olsun lütfen '' . Dükkanın sahibi ve iki yardımcısı aptal aptal bana bakıyorlardı . Nutellanın parasını tezgaha atıp çıktım .

O'nun evinin önüne gelmişim . İnsan vücudunda bu kadar kan var mıymış ? Dördüncü kattaki dairesine baktım , ışıklar sönüktü . Elimi zile koydum . Başım dönüyordu . Elimi zilden çektim . Gözlerim karardı . Sonra duvara kanımla şunları yazıp öldüm : eğ başını eğeceksen , yanlızca ...

Aynı anda yetişkin bir tekir kedi olarak tekrar dirildim . Karşı kaldırımda salına salına yürüyen dişi sarmanın peşine takıldım .

İnsanlık temel olarak iki ırka ayrılır : Kadınlar ... Erkekler ...

14 Temmuz 2009 Salı

Sundance

Karışık kafalı insanlar . Ne yapacaklarını hiç bilmiyorlar . Ölümden korkuyorlar . Yaşamaktan korkuyorlar . Habire yeni korkular arıyorlar . Sokağa çıkıp bütün gün başlarına saracak yeni dertler ediniyorlar . Sonra eve dönüp üzülüyorlar yarın hatırlamayacakları günlük sıkıntılarına .

Yazmak şu labirentli çocuk bulmacalarına benziyor . Yazdığınız bir cümle çıkmaz sokak olunca geri dönüyorsunuz . Sonunda illaki bir yere varıyor . Kurşun kalemle çizmek en iyisi sokaklarda ilerlerken . Silmek için . Lanet labirentin tüm çıkmazlarına girdikten ve çizdikten sonra çıkışı bulmanın anlamı yok çünkü . Tek seferde başarmak lazım . En azından öyle gözükmesi gerekli .

İnsan olmaktan sıkılıyorum çoğu zaman . İnsani düşüncelere esir olmaktan . İç sıkıntılarımdan , engel olamadığım endişelerimden , hardalın bitmiş olup bunu fark etmememden ve o büyük hayal kırıklığından . Bazı seçenekleri eledim ama . Bu beni sona daha az dolambaçlı bir yoldan götürecek . Kısa bir süre öncesine kadar kafamı meşgul eden ve kalbime gelen ışığı kesen yaprakların çoğu döküldü . Daha saf bir yapım oldu evet ama daha insani değil . Daha , daha ... Tam kelimeyi bulamadım . Hayır olgunlaşma değil kesinlikle değil . Olgunlaşmak istemiyorum .Çünkü çevremdeki olgunlaşan tüm insanlar iki cam fanus arasında gidip geliyorlar . Gidip gelirken de yine cam bir fanus kullanıyorlar . Ben bankları seviyorum , şehir oturaklarını yani . Ah! evet çıplak , daha çıplak , peki güzel ... Ne diyordum ?

O gün her sabah yaptığım gibi yataktan kalkıp sehpanın üzerinde duran akşamdan kalmış bardağın dibinde , bir şey kalmış mı kalmamış mı diye baktım . Kalmamıştı . Yastığın kenarındaki kitabı alıp kütüphanedeki yerine koydum , akşam tekrar almak üzere . Buzdolabından , akşam hazırladığım ekmek arası beyaz peynir , domates ve yeşil biberi ufak bir poşete ardından da çantama koydum . İşedim , dişlerimi fırçaladım . Saçlarımı ıslattım çüknü her zamanki gibi havaya dikilmişlerdi . İşten sonra eve dönmeyi planladığım için özensiz giyindim . Ve çıktım .

Sabah kaltığım gibi içki içmeyi seviyorum . Hayır lütfen , dinleyin ilk önce . Sensin alkolik , alakası yok ! Sadece bir yudum Jack . Boğazımı ısıtması için . Yaz akşamları su gibi içtiğim , buz gibi biraların boğazımdaki tahribatını onardığına inanıyorum . Gayaben diye bir öksürük şurubu vardı , hatırlasana . Bence ondan çok daha başarılı . Kış sabahları ise tahin pekmez yerine , çünkü kilo sorunum var ve şekerden uzak durmalıyım , bir duble sıcak Jack'i mideye indirmenin ne zararı olabilir . O bulanık havayı hemen dağıtıveriyor bir bilseniz . Sonra kulaklıkları takıp başlıyorum yürümeye . Bazen dalga geçiyorum kendi kendimle , aslında her zaman . Eğer bir gün kalp masajı yapmaları gerekirse bana hiç yorulmasınlar . Cebimdeki şu küçük müzik aletini çalıştırıp kulağıma dayasınlar yeter . Şarkı bitmeden bir yere gitmem . Bazı akşamlar Radyo Eksen bokunu çıkartıp beş altı sağlam parçayı ardı ardına sıralayınca ben de evin etrafında dolaşıyorum . İçeri giremiyorum çünkü lanet binaya girince çekmiyor radyo , bende yürüyorum . Reklam çıkınca dalıyorum eve koşarak . Gerçekten , gülmeyin lütfen .

Veya gül , evet evet gül ! Çıplak bir adamım ben . Hatta karşıdan bakınca ardımı görebilirsin . Gizleyecek neyim var sanki . Gül , lütfen gül . Bu kadar güzel gülüyorken kesme . İzin ver gözlerine bakayım . Bir tek Günaydın'ım var dilimin ucunda ve o gülen yüze karşı söylemeliyim .

Günaydın .

Kaç gün geçti aradan

Nolur sormasınlar bana

Nolur söyletmesinler derdimi

Saklarım ben onu kendime

YERİM kendi kendimi


Akıyorsa yaşlar gözümdeeeen

Dinmiyorsa bir türlü gece gündüz

Karardıysa bütün dünyaaaaaam

Vardır elbet bir sebebi


Kaç gün geçti aradan ayrı ayrı

Bitsin artık bu hasret buluşalım gayrı


Kaç gün geçti aradan ayrı ayrı

Bitsin artık bu hasret buluşalım gayrı


Benim bütün derdim özleeeeem

Biliyorum kavuşur böyle seven

Biz bir elmanın iki yarısıyız

O en çok sevdiğim ve ben


Akıyorsa yaşlar gözümdeeeen

Dinmiyorsa bir türlü gece gündüz

Karardıysa bütün dünyaaaam

Vardır elbet bir sebebi


Kaç gün geçti aradan ayrı ayrı

Bitsin artık bu hasret buluşalım gayrı



13 Temmuz 2009 Pazartesi

Yıllarca yanan petrol kuyuları .

İnsan kendi içinde yeraltı zenginliği bulabilir .
Ben kendi içimde buldum .
Fosil yakıt buldum .
Ufak bir ateş yanıyordu hemen üzerinde .
Canımın yer çatlaklarından çıkmış .
Büyüdü , büyüdü ...
Bütün göğsümü kapladı sonra
Dumansız ateş .
Ben duman üfledim içime .

Alnımdaki her damla ayrı ayrı özlemiş seni .
Vücudum şikayet ediyor beni , kendi kendine .
Bu yaz sıcak değil tek derdim .
Bu yaz dertsizim .

9 Temmuz 2009 Perşembe

Perşembe ... Akşam .

Çocukken sallanan dişlerimi kurcalaya kurcalaya çıkartırdım . Sonra elime alır ''anne bak dişim koptu'' diye koştururdum . Annem de alır karşı evin çatısına atardı dişimi . ''Güvercinler alsın daha güzelini getirsin'' derdi . Beklerdim hep , sabahları kalkıp çatılara bakardım getirmişler mi yenisini diye . Çocuk işte . Çer çöp taşırlardı yuva yaparlardı bacaların üstüne ama benim için bir şey getirmezlerdi kuşlar . Bende üzülürdüm eldeki dişi vermeseydik keşke diye , anneme çatardım .

Yıllar sonra güvercinler öyle güzel bir şey getirdiler ki ...

Perşembe

Çam kokusu geldi burnuma eve dönerken . Devlet hastanesinin içindeki çam ağaçlarının önünden yürüyordum . Ama her zaman kokmuyorlar . Belki de ben alamıyorumdur . Fazla sigara içmek koklama duyusunu köreltirmiş . Bir an çam ağaçları olan bir yerde yemek yediğini hissettim onun . Hatta emindim . '' Ah evet '' dedim kendi kendime '' çam ağaçları altında oturuyor şimdi '' .

8 Temmuz 2009 Çarşamba

Çarşamba

Türkçe'nin cümle yapısı nasıldı ? Yüklem kullanmadan yazmak mümkün mü ? Sadece özne ile sayfalar doldurulabilir bence .

Öğrenci işlerine gittim . Kötü el yazımla bir dilekçe yazdım ve ufak pencereden gözlüklü memura uzattım . Kısa bir süre inceledi . Bu belgeyi işleme koyamayacağını söyledi . Okuldan kaydımın silinmesi için yazmış ve örneğine sadık kalmıştım . Bir daha düşünmem gerektiğini falan söyleyeceğini zannettim . Sonuçta İstanbul'da bir okula kapağı atmak zordu . Yanılmışım . Kağıdın sonuna saygılarımla yerine sevgilerimle yazmışım . Rektörlüğe sevgilerimi sunamazmışım , kurallar gereği . Kantindeki çay ocağına gidip tüm sevgi dolu sesimle çay istedim . Elimde çay yavaş yavaş yürüyerek çıktım . Bir kaç sene sonra saygılarımı sunarak ayrıldım okuldan .

Gözlerinden beni sevdiğini anladığım bir kız vardı . Hani anlarsınız ya bunu . Size baktığında ister gülümsesin ister somurtsun , ağlasın fark etmez . Gözleri sizi yakaladığı vakit farklı bakmaya başlar . Aynı lanet bölümde okuyorduk . Haftanın beş günü aynı lanet sınıflarda ve sıralarda oturuyorduk . Güzel kızdı aslında . Hani üniversitede tanışıp evlenen çiftler vardır ya , işte onların dişi olanlarından . Bırakın sevgili olmayı falan daha üçüncü dördüncü konuşmamızda çocukları çok sevdiğinden falan bahsetmişti bana . Bende severim yanlış anlamayın ama komşunun oldukları sürece . Yaklaşık iki yıl bana sevgiyle baktı . Bu götümü falan kaldırmış değildi . Bunları da hava basmak için yazmıyorum . Aşağı yukarı anladığınızı zannediyorum . Aslında sevgili olabilirdik ama anında ikinci hamlesini yapacaktı . Bilirsiniz işte aileden birileriyle tanıştırılacaktım . Evet ne var bunda diyebilirsiniz . Evet bu işler böyle yürüyor biliyorum ...

Aradan zaman geçti . Kız benim yakın bir arkadaşımla beraber olmaya başladı . Fakat bizim delikanlı maziyi bildiği için , benim umurumda olmasada aralarındaki her neyse , bana diş bilemeye başladı . Gidip bir dilekçe verdim . İlk gelen otobüse bindim ve Kadıköy'de indim . Yapılacak önemli işlerim vardı . Rıhtım . Martı birahanesi .

Kız bankacı oldu , delikanlı öğretmen . Evlendiler . Hatta tesadüfen karşılaştığım eski bir arkadaş çocuklarının fotğrafını gösterdi . Tombul sevimli veledin teki . Bu arada ben yağmur ormanlarını falan kurtarmadım . Boktan bir işim vardı zaten . Gidip geliyorum hala . Kadınlar oldu tabi . Hatta biriyle aynı evi paylaştık bir yıl . Konuyla alakası yok ama sigarayı bırakacağım galiba . Yarısında söndürüp duruyorum . Ne anlatıyordum . Ah evet . Sonra aileyle tanıştırıldım . Cebimde bir yüzükle romantik bir akşam yemeği zamanı gelmişti anlayacağınız . Ama yapacak önemli işlerim vardı . Bakıköy . Damla Pub .

Ve bir gün mayonez kaplı bir salatalık turşusunun yere düşüşüyle , bana hediye edilen bir kitabı elime alışım arasında geçen zaman aralığında şunu fark ettim . Hayat değişkenlerinden bağımsız olarak birine sahip olmak imkansız . Fakat hayat değişkenlerinden bağımsız olarak birini sevmek mümkün . Emin olduğum tek şey bu . Bir gün gelir ve artık onun elini tutamayabilirim . Biliyorum ki bu beni mahveder . Ama sevmeme engel olmaz . Evet ortadan kaybolurum , kesin yapacak önemli işlerim olur . Veya sonuna kadar tutabilirim elini . Ölünce ne oluyor bilmiyorum , hiç ölmedim . Sonuna kadar işte . Bu içimdeki sevgiden eksiltmez hissediyorum . Hayat değişkenleri farklı yerlere götürebilir insanları ama kalplerini değiştirmez . Bunun farkında olmak huzur veriyor şu an bana .

Anlatmak istediğimi biraz evlilikle hapsetmiş gibi oldum . Söylemek istediğim birinin üzerinde hak iddia etmek . İnsanın kendisini tamamen fethedemezken başka topraklara gözünü dikmesi .

Amma konuştum ya , kimse de sus demiyor . Neyse ... Celine beni bekler .

İyi akşamlar .

7 Temmuz 2009 Salı

Silmarillion

Kabusları sıradan rüyalar kabul etmişken ,
Hayallerim bile bu kadar güzel değildi .
Maradona'nın transfer haberini almış Napoli şehri gibiyim şimdi ,
Bin yıllık külün bin metre altındaki kalbimi ,
Kendi koymuş gibi bulan , sıkıca tutan ,
Eli bekliyorum Pompei'de .

6 Temmuz 2009 Pazartesi

Pazartesi

Sabah yüzümü yıkadım . Havluya doğru uzanırken dirseğimden kahverengi karo taşının üzerine beyaz boya damladı . Tekrar aynaya baktığımda ellerim , kollarım ve yüzümün şeffaflaştığını farkettim . Suyun değdiği yerlerdeki boyalar akıyordu . Göğsümde binlerce delik oluşturmuştu damlacıklar . Bu şekilde dışarı çıkmamın uygun olmayacağına karar verip tekrar yattım .

Güneş rahatsız etti beni . Terlemiş olarak uyandım . Yüzümü yıkadım , dişlerimi fırçaladım . Geç kaldığımı varsayarak , varsayıyordum çünkü mesai saatlerim belirsiz ve değişken bir aralıktı , hızla çıktım . Etrafta kimsecikler yoktu . Galiba pazar günü dedim kendi kendime . Çok mu içmiştim dün , boyalarımın aktığı ilginç rüyalar görmüştüm . Telefondan kontrol ettiğimde pazartesi olduğuna emin oldum . Otobüs durağına doğru yürüdüm . Koskoca anayolda tek bir araba yoktu . Kediler vardı . Otoyolun ortasında güneşlenen ...

Sağ tarafımda İstanbul tabelasını gördüm . Nüfus 2 yazıyordu . O gerçekten gitmişti anlaşılan . Artık 1 kalmıştı . Durakta oturup dönmesini beklemeye başladım .

3 Temmuz 2009 Cuma

Nutshell çalarken

Tanrı var sanırım
tesadüfen bu kadar güzel olamazsın
ve tanrıyı seviyorum
çünkü çok ünlü
seni seviyorum
çünkü seviyorum

1 Temmuz 2009 Çarşamba

Çarşamba

Tamamı tek bir nakarattan oluşmuş gibi duran ve fazla yüksek olmasada standart temposuyla baştan sona akan ve başladığı gibi biten şarkılara bayılıyorum . Hemen aklıma gelenler :

  1. electronic - vivid
  2. kent - music non stop
  3. shed seven - on standby






Unutmadan , beni sana ulaştıran yollar beni yormaz .

30 Haziran 2009 Salı

Salı

Zaman ?

Saat takmıyorum . Genel anlamda takmıyorum . Geçtiğini bilmek yeterli ve geçiyor biliyorum .

Para ?

Dolapta 9 adet biram var . Çok zenginim çok ..

Aşk ?

Ah , işte üzerine bir şeyler söylenebilecek konu bu . Hala tanrının varlığını düşünebilecek kadar duygusal olmama şarırıyorum veya bir Clash parçası dinlerken , sehpanın üzerindeki boş bira kutusunu yarım vole ile kütüphaneye göndermek yerine su içişini düşünmek şaşırtıyor beni . Hayır şaşırtmıyor esasında . Geçen gece Elliot Smith dinlerken az daha gözlerim yaşarıyordu . Sadece son bir kaç saniyede fark etmiştim halbuki o olduğunu . Ya dizlerinin üzerine damlasaydı gözyaşı . Ama hızlı içmiştim çarpmıştı biraz . Gerçi sadece su içmiştim ama çarpmıştı işte . Kalbim çarpmıştı ve nefes almıştım . Aşk ve onun üzerine söylenenler . Gerisi yağmur getirmeyen gök gürültüsü , kuru gürültü .

29 Haziran 2009 Pazartesi

Rolling Stones - She's like a rainbow

Sigaramı kahve fincanının içinde söndürdüm . Gökyüzü ve deniz aynı gri tonlarında giyinmişlerdi . Koyu gri bulutların rengi denize yaklaştıkça açılıyordu . Denizin rengi ise ufka yaklaştıkça koyulaşıyordu . Sarmaşıklar kaplı tentenin altında ilk yağmur damlasını bekliyordum . Fazla bekletmedi beni ...

Yanıma oturdu . Hiç konuşmadık . Çantasını karıştırdı bir süre . Kahve içti , birkaç tane sigara . Rüzgar durdu , yağmur hafifledi . Çıt çıkmıyordu . Sanki dünya ağzımızdan çıkacak ilk kelimeyi duymak için yavaşlamış ve susmuştu . ''Çok özledim'' diyebildim en sonunda ama aynı anda iskeleye bağlı olarak uyuyan vapurun kornası inletti bütün adayı . Bir yere gittiği falan yoktu , son sefer yarım saat önce yapılmıştı halbuki . Tekrar ona doğru döndüğümde bana baktı ve gülümsedi . Duymadığını zannetmiştim söylediğimi . Duymamıştı ... Görmüştü .

Sarıldık . Tek kelime etmeden saatlerce .

25 Haziran 2009 Perşembe

a town called malice

Penceredeki sinekliğin , aslında esmeyen rüzgarın içeri girmesine engel olup olmadığını düşünüyordum . Önümdeki kare sehpanın dört köşesine dört boş bira şişesi koymuştum . Denge bazı zamanlarda hayati önem taşır . Tam ortasındaki küllük sigaralarımı yaktığım kibritlerle dolmuştu . İzmarit gölündeki sazlık , güzel manzara . Tatil gününde önünde oturduğunuz sehpanın üzerinde büyük bir küllük yoksa başınız dertte demektir . Dolaptan bira almak mutfağa gitmek için anlaşılabilir bir durumdur ama o ufacık küllüğü yarım saatte bir gezintiye çıkarmak akıl işi değildir özellikle hava otuz derecenin üzerindeyse . Minimum hareket ve sıvı .

Günün yarısını yemiştim . Televizyonda reklamlar dışında tahammül edilecek bir şey bulamadım ve radyoyu açtım . Kalkıp sinekliği olduğu yerden çıkarıp aşağı attım . Canlı kayıtların çalındığı bir program devam ediyordu . Ne olduğunu tam çıkartamadığım bir parça bitti ve güçlü bir seyirci sesi hala inleyen gitarların üzerine çıktı . Bir salatalığı dörde bölüp buz dolu derin bir tabağın içine koydum . Salona döndüğümde radyonun sesini sonuna kadar açtım , programcı ''sıradaki parça a town called malice'' demişti . Komşularımı seviyorum ve bu şarkıdan mahrum kalmalarını istemem .

Pappapapaparappa pappapparappaaa ...

24 Haziran 2009 Çarşamba

Balina Kuyruğu

Peki sen söyle peri kızı ; gecenin üçünde bir insan ne kadar mutlu olabilir ?

Mutsuzluk , umutsuzluk ve Beckett'in de söylediği gibi yalnızlık öldürmez insanı bilakis yapışır yakasına ve tutar .

Peki bu huzur cesaret verir mi uçurumdan düşmek için ?

Okyanusla iki damla birleşir mi ?


23 Haziran 2009 Salı

Salı

Kayıp yıllar yazmış biri masanın üzerine . Bir dakika bile boşa geçmez halbuki . Her yol bir şehire çıkar . Ağacın canı acımaz mı sanırsın , işlenirken . Ağaç ahşap olmadan güzel o ayrı konu . Her mevsimde yağmur yağar illaki , bazen çok bekletsede . Susuzluk boşa geçtiğini göstermez yazın . Aylarca su koymadığın kaktüsler sığmadığında saksıya anlarsın . Ve beni ben yapan susuzluk değil midir ? Çoraplarımı ıslatan yağmurla beraber ...

Aslında söyleyeceğim kısa , Salı imiş bugün ben hala Pazartesi sansamda ...

Pazartesi

Evet ...















Zamanın birinde şunu yazmıştım :


''İçindeki aşkı hissetmek için , yanında birisinin olaması gerekmez , birisini düşünmen gerekmez , olmayan birisinin hayalini kurman gerekmez , birisinin dönmesini beklemen gerekmez . Dönüp verecek kimseyi bulamasanda , bazen ağır gelsede , taşıyamasanda , sen hep aşıksındır .''


Şöyle bir yorum gelmişti :


''Ben hep aşıkım .. valla billa ..''


Evet hep aşıktık ve aşık olmayı beklemiyorduk zaten aşıktık ,
Hala aşıkım ... Çok .

22 Haziran 2009 Pazartesi

Sunday

Kiraz dolu kasenin tam ortasına ufak bir mum koydu . Ve gün bitti .

20 Haziran 2009 Cumartesi

Cumartesi

Mavi plaj şemsiyesinin altında ölü gibi yatıyordum . O ise belli aralıklarla , üzerine uzandığı plaj bilmemnesini gölgeye denk gelmesi için çekiştiriyordu . Ismarladığı biradan sadece birkaç yudum almıştı . ''Isınmış bu'' dedi . Dandik plaj sehpasının üzerinde duran ve ısınmış olduğuna kanaat getirilmiş birayı içtim , denize girmek için kalktı . Döndüğünde suyun hamam suyu gibi olduğunu söyledi . Sıcak olduğuna kanaat getirilmiş suya bakıp birayı içmeye devam ettim . Tam o anda erimişim . Kızgın kumun üzerine damladığım gibi buharlaştım .

Aylar sonra , yanlış hatırlamıyorsam bir Ekim ayında , Kadıköy üzerindeyken serin hava ile karşılaştım ve yağdım .

Barın kapısındaki çocuk o gün bir parti olduğunu ve bilet almam gerektiğini ve biletle içerde bir adet yerli içki içebileceğimi söyledi . Hemen yanındaki kız elindeki koçandan bir kağıt koparıp ''İyi eğlenceler'' dedi . ''İyi eğlenceler'' dedim ve girdim . L şeklindeki barın L'sinin kısa kenarının ucundaki tabureye oturdum . Votka vişne istedim . Aynı anda bir Rolling Stones parçası çaldı . Şarkı bittiğinde bir votka vişne daha istedim . ''Hızlı gidiyorsun bugün'' dedi . ''Korkma vişne suyu ile sarhoş olmam'' dedim . İkinci kadehte votka kokusunu alabiliyordum artık . Bar kalabalıktı , ayakta duran bir ton insan vardı . Oysaki sokak bomboştu . Bir süre konuşmadan içtim .

''Ne partisi var bugün'' diyebildim en sonunda . Her zamanki gibi çalışanlarla ben kalmıştım . Cevap vermediler . Elimi cebime attım ve ne olduğunu anlamadığım bir kağıt parçası buldum . Sonra ne olduğunu hatırladım . Bedava içki hakkımı şişe biradan yana kullandım çünkü votka bardağımı yanımda götürmeme izin vermediler . Tekrar hangi partiye katıldığımı sordum ve çıktım . Dünya tarihinin en temiz ve en ılık serin havası ve yağmurluğumun açık fermuarı ile ölmeye hazırdım . Bazen o kadar huzurlu oluyorum ki patlayacakmışım gibi hissediyorum . Kolum ikinci kattaki balkona , kalbim tekelin camına , ak ve kara ciğerlerim martılara yem olacakmış ve tarihin en huzurlu yokoluşunu yaşayacakmışım gibi . Henüz bu olmadı . Dolmuşlara doğru yürürken sigara yaktım ...

Apartman kapısını fazla gürültü çıkarmadan açtım . Ve hafifçe ittim . Eğer biraz fazla güç kullanırsam kapının duvara çarpacağını ve gürültü çıkaracağını iyi biliyordum . İçeri doğru bir adım attım , ikinci adımı attım fakat sağ kolumu kapıdan kurtaramadım . Dönüp baktığımda anahtarı kapıdan çıkarmadığım gibi aynı zamanda anahtarı tutmayı bırakmadığımı fark ettim . Çıkardığımda lanet şey neredeyse yetmiş beş derecelik bir açıyla eğilmişti . Lisede en çok geometri dersini sevdiğim aklıma geldi . Kapının metal kısmına yaslayıp düzeltmek için uğraşırken kırıldı ve yere düştü . Kırılan parçayı komşu apartmanın kavak ağaçları ve yağmur ormanlarını aratmayan çalılıklarıyla süslü bahçesine attım . Huzur içinde yatsın .

Arkamı döndüğümde kapı kapanmıştı ve artık onu açabilecek bir anahtarım yoktu . Aydınlanmaya başlayan hava ve serin rüzgarla dökülen yapraklar varken evde ne yapacaktım ki zaten . Fırına yollandım hemen , ardından markete . Sıcak ekmeğin içine aldığım peyniri birkaç teknik hareketle yerleştirdim ve apartman kapısı önünde yemeğe başladım , ağaçlara bakarak .

Sabahları yaşadığım 3 durum :

  1. Eve geldiğim yolu hatırlamamak .
  2. Kolumda veya bacağımdaki sıyrıklara bakıp ne zaman ve nasıl olduğunu hatırlamamak .
  3. Mütemadiyen deli gibi susamış olarak uyanmak .

Bilinmeyen Adanın Öyküsü

...

''Ay ışığı temizlikçi kadının yüzünü aydınlatıyormuş , Güzel , gerçekten de güzel , diye düşünmüş adam , bu defa karavelayı değil kadını kast ederek . Kadınsa hiçbir şey düşünmemiş , herşeyi o üç gün boyunca , adam hala eşikte bekliyor mu diye görmek için kapıyı arada bir açıp kapadığında düşünmüşmüş zaten .''

...

Jose Saramago

19 Haziran 2009 Cuma

Grace

Aynı durumda görüyorum kendimi bir süredir , rüya işte ... Ortaköy viyadüğünde Anadolu yakasına geçmek için cesaretimi toplamayı bekliyorum . Çünkü yaya olarak geçmem gerekiyor . Toplu taşıma yok . Korkulukların yanından yürüyerek geçmem lazım . Fakat yükseklik korkusu var bende . Ve rüzgar çok şiddetli . Ve aklıma hiç köprünün ortasından yürümek gelmiyor . İllaki o dar ve intihara meyleden yerden yürümem lazım . Bir kaç kere denedim . Hatta köprünün ortalarına kadar geldim ama gücüm tükendi ve bir bok böceği gibi yerde kıvrıldım . Gözümü açtığımda güneş doğmuştu .

Niye karşıya geçmem gerektiğini de bilmiyorum veya niye otobüs , taksi falan olmadığını . Sonra başa dönüyorum başka bir gece , Ortaköy viyadüğüne . Dün gece aynı şekilde uyandım , henüz güneş doğmamıştı ve fark ettim ki ; bazı ademler için çatlaksız patlaksız bembeyaz bir tavan kabul edilemez bir tavandır . Bu yüzden yüzyıllar boyunca akan çatıya (tavan benimle çatı arasında kalıyor) ve onun geride bıraktığı eserlerine saygılarımı sunmak istiyorum .

Ahşap pencere çerçevelerini özledim ... Neyse bunu sonra anlatırım .

18 Haziran 2009 Perşembe

Kahve ve Ellerim Titriyor

Nohut vardı yemekte . Yemekte nohut olduğunu anladığım an iyi hissettim kendimi . Aslında bayılıyor falan değilim ama nohut yemeye ihtiyacım varmış ve yedim . Hayattan genel olarak bir beklentim yok . Olması içinde uğraşmıyorum fakat bugün istediğim bir şey var . İçimi yiyip kemiren bütün benliğimle gerçekleşmesini istediğim bir şey . Akşam olması . Evet akşam olmasını istiyorum .

Dün telefonu suratına kapatmadan önce ''uğraşma lan o zaman'' diye bağırdığım sevgili abim pardon ağabeyim hala iş yerine gelmedi . Bazen ne kadar kırılgan olabiliyorlar . Keşke telefonu yüzüne kapamadan önce hadi bay deseydim . Tamam , akşam olsun artık , hadi , hadi ... Hadi güneş git Amerika kıtasını yak !

17 Haziran 2009 Çarşamba

Perşembe Pazarı ve Dolmalık Biber

Çiçek gibiler gerçektende . Çiçek gibi kızlar . Hayranlıkla seyrediyorum geçişlerini . Çaktırmadan bakmalarını ve patates kızartmasını bile çatal bıçakla yemelerini , sonra düşük bel pantolonlarını ve evden dışarı çıkmaya karar verdiklerinden ancak iki saat sonra çıkmalarını seviyorum . Sonra beni sevmelerini seviyorum . Hoşuma gidiyor çünkü , herkes sevilmek ister . Bende seviyorum onları uzaktanda olsa . Ve hayatımı onlarla geçirmek isterdim . Gerçekten isterdim . Eğer lisede Bryan Adams dinleyip , okulu bitirince bankacı olup , büyücülere inanmasaydım onlarla olurdum . (Oluktan çıkan ağacı görmek istiyorum)

Çok erken zamanlarımdan birinde bir büyücü yanıma gelip ''hikayesi olmayan adam bufalo çayırındaki rüzgara benzer'' demişti . Ve bunların hepsi bir hikaye eder sanırım . Veya günün birinde edecektir .

Sabah altı buçukta hortladım . Aynaya baktım . Saçlarımın hepsi yukarı dikilmişti . Kulaklığımı takıp çıktım .

Çarşamba ? Evet sensin !

Telefonla konuşmayı oldum olası sevmedim . Özellikle cep telefonu ile . Çaldığında huzursuz olurum . Özellikle bu cep telefonlarını halka gibi burnumuza taktılar . Ama bir gün kurtulacağım . Ayakkabı giymeyi bıraktığım gün .

Beatles mı , Stones mu ? .

İşte doğru soru bu . Doğru bir cevabı yok ama soru çok doğru .

16 Haziran 2009 Salı

Salı

Bazen müzik bitiyor ama fark etmiyorsun . Sessizlik içinde otururken kendi kendimle konuşmaya devam ediyorum . Acaba o an çalan veya çalmayan şey kafamın içini ne kadar değiştiriyor . Müziğin bittiği an ile benim onu fark ettiğim an arasındaki boşluk aslında çok kısa , aslında çok uzun . Sessizlik ve tekrar çal tuşuna basmak ve aklındaki o kitabı kütüphaneden çekmek .

Ve içimdeki boşluk ne kadar büyükse sesim o kadar çok yankılanıyor ... İçimde .

Ve sevgili Salı günü , aslında seninle hiç problemim olmadı ama sana yeterli sevgiyi de hiç bir zaman gösteremedim . Belki günlerle aramdaki mesafeden kaynaklanan bir durum bu .

Peki ... Günaydın .

14 Haziran 2009 Pazar

Şu lanet olası tabelayı göremiyorum .

- Haftasonu ne yaptın ?

- Sustum ... Öylece sustum . Dışarıdan gelen her gürültüde yaşadığımı farkettim . Rahatsız etse bile . Yaşamak değil gürültü bazen rahatsız edici olabiliyordu tıpkı zaman zaman yaşamak zorunda olmak gibi . Fakat bu haftasonu yaşamak zorunda değildim , yaşıyordum zaten ve bu bir çaba gerektirmediği gibi yanında herhangi bir acı getirmiyordu . Hayatın kafamıza vura vura öğrettiği birşey var . Huzur , yurt dışındaki tanıdıklara benzer . Tam olarak ne zaman gelip ne kadar kalacağı belli değildir . Sırasıyla sıralamam gerekirse , Tom Waits , Aretha Franklin ve mavi gözlü adam bulduğu tek kızı kaybetmişti yine . Güneşin beni yere çakmasından birkaç saat sonra , birkaç saat uyur gibi yapıp ona baktım . Sonra nefis bir makarna yedim . Sonra uyumuşum , içim geçmiş . Rüya görüp görmediğimi hatırlamıyorum ... Tam olarak ne sormuştun sen ?

- Celine'den etkilendin mi ?

- Evet . 4/5/1/9/7/5/1/9/3/4

13 Haziran 2009 Cumartesi

Cumartesi

Çay içerek yağmuru bekliyorum . Sakin daha sakin ... Bazen o kadar yavaşlıyorum ki zaman da yavaşlıyor . Geçen gece duvar saati , bir fincan çay alıp yanıma oturdu . '' Senin için zamanı saymak çok zor , yoruldum'' dedi . Olması gerekenden çok daha yavaş olması gerekiyormuş benim karşımda dururken . ''Problem değil'' dedim .

- İşten ne zaman döndün ?

- Güneş batmıştı .

12 Haziran 2009 Cuma

Kahve Karalamaları

Evet yalnızlık bazen çok soğuk gözüküyor , uzaktan bakınca . Ama içindeyken ... Dönüp konuşacak kimse yok . Evet yok . Fakat yüzyıllardır kendimle konuşuyorum ben . Hikayeler anlatıyorum , sorular soruyorum . Evet bazı sorular rahatsız edici olabiliyor ama üstelemiyorum . Kendimle iyi geçinmem lazım .

Bir kaç yıl önce , oturup konuşabileceğim insanlar aniden ortadan kayboldular . Bende zamanımın neredeyse hepsini adı İhsan olan barda oturarak geçirmeye başladım . Kapının yanındaki , üzerinde konser afişleri asılı olan , duvara sırtımı dayayarak . Ayaklarımın bastığı yerdeki kaldırım taşlarının üzerindeki çatlakları , şekilleri ezberleyerek . Ve durmadan kendimle konuşuyordum . Önümden hergün binlerce insan geçiyordu . Karşıdan bakınca bütün gün susup oturan bir adam . Ama tanrı şahidim olsun hiç susmuyordum . Gerçi tanrının şahitliğine de pek güvenmemek lazım . Kendime anlatacak çok şey vardı ama dışarı söyleyebileceklerim sınırlı idi . '' Bir bira daha alabilir miyim ?'' , ''Votka istiyorum ama meyve suyu değil , votka'' , ''Dün ne kalabalıktı burası'' gibi . Kendime anlattığım şeyleri , şu an olduğu gibi, herhangi bir yere yazmak yoktu aklımda . Zaten benim için okunacak şeyler vardı . Yazılmayan ne kalmıştı ki ? Biramı bitirip kalktım .

Gidişte ve dönüşte Mephisto'ya uğramayı gelenek haline getirmiştim . Sırasıyla , kitap , cd , film , kitap bölümleri ... İçeri girip ikinci kata çıktım . Soldaki rafların önünde ilerlerken gözüme bir kitap çarptı . Daha doğrusu kitabın üzerindeki mayonez . Serçe parmağımla tadına baktım . Tazeydi . Fazla uzağa gitmiş olamazdı . Ama acelem yoktu . Karşılaşırdık bir yerlerde nasıl olsa . Belki ... Çıkıp dolmuşa bindim . Uyumuşum .

Kendime anlattığım hikayelerin sonları hep aynı . İnsanlar sessizce oturup karşılarındaki ağaçlara bakıyorlar .

Cuma

Sıradan hayallerim vardı . Ejderhalar üzerine eğitim veren okullarda okumak , bir elf ile evlenmek ve Real Madrid'te futbol oynamak . İkisini gerçekleştirdim . Madrid ise Ronaldo'yu tercih etti .

Hafta ortası Cuma günü bence . Uzun hafta ile uzun haftasonunun tam ortasında .

11 Haziran 2009 Perşembe

Perşembe

Seni dinlemek çok güzel . Canını sıkabilecek bir şeyler söylerim korkusuyla susuyorum bazen .

Su yanılmaz öyle değil mi ? Hiç yukarı akmadı çünkü . Ya zaman ? Hiç geri gitmedi .

Her damla suyun sonu daha büyük bir su değil mi ? Su oraya giderken geçtiği her yeri yeşertmedi mi ?

Ya kum ? Her kayanın sonu bir gün kum olmak değil mi ? Su , o ancak dinamitle kırılabilen kayaları bile yeşertmedi mi ? Zaman o dinamitle kırılabilen kayaları kuma çevirmedi mi ?

İnsanlar üzerini betonla örtsede , o içimizdeki yabani ot bir çatlak bulmadı mı güneşe bakmak için . Ve ben kendimi bildim bileli niye hayran hayran bakarım asfalttan çıkan ota ? İçimi mi görürüm , içini mi ?

Jazz

Camında soğuk su vardır yazan küçük bakkaldan içeri girdim . Ufak su istedim soğuk . Adam soğuk su satmadıklarını söyledi . Camdaki yazı tam tersini söylüyor dedim . Git o zaman yazıdan soğuk su iste dedi . Dışarı çıkıp camın önüne geldim . Çok susamıştım . Yazıya yaklaşarak ufak su istiyorum dedim . Yazının üstüne yapıştırıldığı kelebek cam açıldı ve biraz önce bana soğuk su olmadığını söyleyen adam ufak suyu elime tutuşturdu . Açtım bir güzel içtim . Sonra uyandım ve işe geldim . Günaydın .

10 Haziran 2009 Çarşamba

Çarşamba sen misin ?

Sanırım şu anda beni biraz iyileştirecek tek şey , bir azizenin beni kutsamasıydı . Dün akşam ağladım . Deli gibi ağladım . Nevizade'de bir yerde . Çünkü bir önceki akşam uzun bir süre sonra birine gerçekten sarılmıştım . Ve bu basit gibi görünen sarılma durumu aslında o kadar basit değil . Özellikle biber dolması gördüğünde çok kötü birşey olmuş gibi huzursuz olan benim için . Belki de gerçekten kötü bir yemektir . Ve şu balık pazarında turp falan satılmasın artık . Zaten üç kuruşluk canımız var . Ha yeri geldiğinde yedi düvele yeter o can ama işte bazı ...

Çantama bir kazak koyayım . Akşamları hava serinliyor .

9 Haziran 2009 Salı

Salı

Finaller iyi geçtiği için moralim yüksek . Şampiyonlar ligi finali , Roland Garros ... Kimyanın zaten vizesi iyi idi .
Ve mojito canmış hakkaten . Votkanın kaldığı katmanı görmek huzur verici .
Boş verip içiyoruz , boş verip içiyoruz , içiyoruz boş veriyoruz .
Tekrar günaydın .

8 Haziran 2009 Pazartesi

Hope Sandoval

Olması gereken buysa niye karşı koyalım . Bir haftasonu daha tam olması gerektiği gibi bitti . Genelde evde oturup bira içerken , kendi kendime yaptığım toplantıların konuları aşağı yukarı şunlardı :

  1. İklimlerin müzik enstrümanları üzerindeki etkileri . Tulum ve gayda ana teması üzerinde .
  2. Beyaz bir t-shirt ile çam ağaçları altında beklemenin ve yapış yapış olmanın tarifi zor mutluluğu . Bir yakacak olarak kozalak ana teması üzerinde .
  3. Tahammül sınırlarını zorlayan sıcak ve güneş karşısında herhangi bir Mazzy Star şarkısını dinlerken açık pencerenin önünde dans eden tüle aşık olmak . Kahvaltıyı mütakip içilen 3. bira ana teması üzerinde .
  4. Bir haiku geldi dilimin ucuna yine ,
Yere düşmüş dut
asfaltın üstü resim
incir ye kedim


6 Haziran 2009 Cumartesi

Sumner - Marr


Sabah 9'da bile sarhoşum ben . Kafamdan bastırılıp bir kutunun içine sokulmaya çalışılıyorum ama havadaki yumruğum inmediği için kapatamıyorlar ağzını , kutunun .

Ufak tefek içtikten sonra eve döndüm akşam . Yattım hemen . Nasıl olduysa şu ufak müzik şeyi yanımda gelmiş . Taktım kulaklıkları . ''Çal lan'' dedim . Electronic - Vivid çalmaya başladı . Haydaa . Kalk karanlık salonda gecenin bir yarısı sağa sola çarparak dans et . Koştum dolaba , bir tane yeşil tuborg kalmış . ''Gel lan'' dedim . İki tane altılı almıştım , ne çabuk bitti . Bastım bir daha çalsın diye . Sonra içim geçmiş . Kalktım sabah 9 , hala sarhoşum . Kutunun dibinde biraz bira kalmış , arkamdan ağlamış .

5 Haziran 2009 Cuma

Bütün o sankiler beynimdeki cankiler

Bin yıllık soru :

Burası denizin başladığı yer mi , bittiği yer mi ?

Ben giydim mayomu .

Arab Strap


Çin Seddi uzaydan görünüyor diye , Çin Seddi'ni görmek için uzaya çıkmak gerekmiyor tabi ama hergün aynı yolu yürüyerek nasıl başka bir yere gidebilirim ki ?


Saat 11:00 itibariyle iş yerine girdim ve rahatsız edici bir sakinlik var . Sürekli kaosa alıştıysan sakinlik rahatsız ediyor . O zaman kahve içelim .

3 Haziran 2009 Çarşamba

Nerden geldi aklıma veya ne zaman çıkıp gitmiş aklımdan

Birlikte ölecek miyiz ? Sürekli bu şarkıyı söylerdi boynuma sarılıp . Bırak ölmeyi hasta bile olamadık beraber . Son birkaç saatir buna gülüyorum . Gece acısı çıkar . Çıkan acıyı da yazarım .

Hun'un Gemisi

Etrafta bir telaş vardı bir de devasa bir gemi . Adamın biri büyük bir tufan olacağını haber vermişti . Her yeri sular basacakmış . İşte bu gemiyi yaptılar . Yıllar sürdü . Şimdi de son hazırlıklarını yapıyorlar . Karıncalar gibi gemiye yiyecek taşıyorlar , karıncalar dahil .



Tüm mahlukat doluştu gemiye . Dağların erimeyen beyazından inmeyen kartal bile tünedi yelkene . Can tatlı . Benden gittim iskeleye . Zebra sigara kullanıp kullanmadığımı sordu . İçerim diye cevapladım . O halde gemiye binemeyeceğimi ve büyük tufan geldiğinde sular altında kalıp boğulacağımı söyledi . Can o kadar tatlı değilmiş . İlk başlarda kanserden öleceğimi söylüyorlardı sigara yüzünden , şimdi de sular altında boğulacağımı . Gerçekten zararlı meret . Gemi son yolcusunu aldı ve uzaklaştı ben el sallarken . Oturdum ve beklemeye başladım suların beni yutmasını .



Faturasını ödemediğim telefonumu kapamışlar . Para ayırmıştım kenara ama sürekli erteledim . Danışıklı dövüştüm kendimle . Bir gün tamamen kurtulacağım lanet şeyden . AH ! İşte martı da geldi . Şimdi başlar anlatmaya . Bir bira alayım .



Uzun yıllar geçti . Arada sırada yağan yağmur dışında havalar iyi gitti . Hatta bazen sadece ıslanmak için kara bulutların altında bekledim . Gemi geri gelince en azından , boğulmadım ama ıslandım , diyebilmek için . Zaten bahar çabuk geldi . Bütün kirazlar bana kalmıştı . Tüm erik ağaçlarına sarıldım . Çiçek açmış erik ağaçlarıyla kıyameti beklemek cennetin ta kendisiymiş . Hala sigara içiyordum ama ne tufan vardı , ne kanser .



Martının keyfi yerinde bugün . Adalara kadar uçmuş rüzgarı arkasına alıp . Anlattıkça anlatıyor . Balıkçılar bonkör davranmış . Çöplükler öksüz kaldı diyor , çığlıklar atarak .

Gemi iskeleye yanaştı . Teker teker indiler . İyi gözükmüyorlardı . Tufanı haber veren adam yanıma geldi . Sigara uzattım . Nasıl geçti diye sordum . Her zamanki gibiydi , dedi . Açık denizin kendilerini çok zorladığını anlattı . Bir sonraki tufan için daha büyük bir gemi yapmaları gerekiyormuş . Fazla zamanları yoktu .

Martı bacanın üzerine yerleşti , uyuklamaya başladı . Sabaha çok vardı daha . Bir bira daha açtım . Kağıt kalem aldım . Vazgeçilecek o kadar çok şey vardı ki , not almam gerekiyordu unutmamak için .

2 Haziran 2009 Salı

La Sagrada Familia

İşte böyle . Günler geçip gidiyor . Günler komikler . Gün ? Güm ! İşte bir tane daha bitti . Güneş cehennemin dibine gitti . Korkmaya gerek yok yarın gelir yine . Aslında geri geleceği için korkmak lazım . Güneş biraz cehennemin dibinde kalsa . Hadi güneş cehennemi ısıt biraz . Ay bize yeter .

1 Haziran 2009 Pazartesi

I Vitelloni

Taşınmama birkaç gün var . Tabak çanağı gazete kağıtlarına sarıp kutulara koyuyorum . Bardakların yarısından çoğu bira hediyesi olarak alınmış . Yemekte beş kişi varsa beş farklı bardak oluyor masada . Uzun yukarı doğru genişleyen klasik efes bardaklarını taşınırken cantama koyup elimde götüreceğim . Riske giremem . Aslında aynı evde ölene kadar oturabilirim . Evle beraber yaşlanmak . Gerçi oturduğum evlerin çoğu benden yaşlıydı . Büyük ihtimalle benden önce ölecekler . Belki bir ev almalıyım kendime . Ama bu aralar düzenli bir şekilde sayısal loto oynayamıyorum . Bu da ev sahibi olmamı geciktiriyor .

Mutfak dolabını bitirdim . Üç adet koliye sığdılar . Buzdolabını boşaltmıştım . Zaten pek dolu 0lduğu söylenemezdi . Fişini çekip mutfağın ortasına doğru çektim . Altı leş gibi olmuş . Karafatma cesetleri , zeytin cesetleri , rakı kapağı cesetleri ... Buzdolabı altları evlerin mezarlık bölümleri gibi . Özellikle mutfak halkının ölülerini gömdüğü yer . Kesmeşeker cesetleri , karpuz çekirdeği cesetleri ... Süpürgeyle topladım hepsini . Mezarlığın arkasından siyah , ağzı bağlı bir poşet çıktı . İçinden de demliğe benzer birşey çıktı . Antika değeri olabilir . Toz beziyle üzerini sildim . Üzerinde hangi lisanda yazılmış olduğunu çözemediğim yazılar vardı . Bezi nemlendirdim ve silmeye devam ettim . Poşetin içinde bu kadar kirlenmesi olanaksızdı ve ...


Sabahtan beri hiç birşey içmemiştim , koklamamıştım . Zamanında duvarda gezen örümcekler veya koridorda koşan at gördüğüm olmuştu ama hiç demlikten çıkan cin tribim olmamıştı . Hem bu cinler lambadan çıkmıyorlar mıydı ? ''Dile benden ne dilersen'' dedi , ''birşey istemiyorum'' dedim , ''aç mısın ?''.






Aylaklar'ı bir daha izleyelim bu akşam . Özellikle şu kare için . Dört arkadaş , hepsi ayrı masalara oturmuşlar . Bekliyorlar .

Kışı özledim galiba .

Haiku

Ne anlattığımı kendim bile anlamıyorum bazen . İyi birşey herhalde bu . Çünkü acaba ne diyorum diye kendi kendimi dinliyorum . Zihin açıcı oluyor . Akşamdan kalınmışlığın o yorgun ama neşeli bölümünün bitmesine az kaldı . Yavaş yavaş düşüş başlayacak . Tam bu anda tekrar içmeye başlamak lazım . Ama yapılacak işler var . Otobüslere zam gelmiş . Para kazanmak lazım . Daha çok ...

Dün eve dönerken karşılaştığım arkadaşım ''gece İtalyanca konuşuyordun'' dedi , sabahleyin telefonda . Bu da iyi birşey herhalde . Lisan lisandır . Fakat ne zaman öğrendiğimi hatırlamıyorum . Olsun . İyi haftalar ve günaydın tabi . Pazartesi , haftanın sabahı bir yerde . Evet .

30 Mayıs 2009 Cumartesi

I've Got a Date With My Television

- Çok iyi birisin , umarım kendine göre birini bulursun .


- Ah , çok teşekkür ederim iyi dileklerin için ama sen tam bana göreydin . Etrafımda tutunacak hiç birşey kalmamışken bırakıyorsun beni ve bu tam istediğim şey .


- ...


- Neydim ben turuncu insan mı ?


- Gerçekten katılmanı isterdim o seminere , bak bu kartın altında bütün özelliklerin yazıyor mesela teşvik edicisin ama başkalarını kendini değil ayrıca ...


- Tamam anladım yeteri kadar bahsettin kartlardan , seminerlerden , işinden , kendinden ... Seni seviyorum , hoşçakal .


Asansörde yaktım sigaramı . Kendime göre birini bulurmuşum . Sana mı soracağım kime aşık olacağımı ? İyi biriymişim . Siktir ! Onu eninde sonunda kaybedeceğimi biliyordum . Daha onunla tanışmadan önce biliyordum . Kötü olan onunla beraberken kendi inancımı , hayata karşı duruşumu kaybetmiştim . Eve dönerken üç paket sigara aldım . Yeteri kadar içki , kitap , kaset , cd , dergi vardı evde . Eski düzene geri dönecektim . Hatırlamak için uzun bir gece vardı önümde . Sabah bu hikaye bitmiş olacaktı . Kasetler , cdler , kitaplar . Üç paket sigara , biraya karıştıp içtiğim votka bitti . Sabah oldu ama hikaye bitmedi . Önümde dağ gibi bir küllük olmuştu . Pazar günüydü . BU SİKTİĞİMİN PAZAR GÜNÜNDE NE YAPIYORDUM BEN !! Hatırlamıyordum . Pazar sabahları sevişirdik . Kahvaltı eder , gazete okurduk . Yapardık ederdik . Ben ne yapardım O yokken ... Hatırlamıyorum . Gidebildiğim en eski tarih onunla tanıştığım gün .


Ve kendime bir blog yaptım . Nasıl durduğumu hatırlayamıyorsam hayatın önünde , şimdi nasıl durmam gerektiğini yazarım aklım yettiğince ve sonra okurum dedim kendi kendime . Lisedeki zoraki yazılan kompozisyonlardan sonra yazdığım ilk cümle ''reddedilmeyeceksen veya terkedilmeyeceksen aşık olmanın ne anlamı var'' oldu . Sonra okudum . Çok mantıklı geldi . Yavaş yavaş hatırlamaya başladım . Evet , umut en güçlü zehirdi ve bir şeyler umut etmeye başlamıştım geleceğe dair , o varken . Oysaki benim en uzak geleceğim bu akşamdı . Bu 40 yıllık ev bu gece başıma yıkılabilirse bir depremle veya kendi kendine , kim siker yarını .


Akşam işten çıkarken yazıyordum . Sabah gelip okuyordum . Geceler hala zor geçiyordu . Geceler bir sene sürüyordu . Sonra ilginç bir şey oldu . Birileri okumaya başladı . Bunu beklemiyordum açıkçası . Utandım biraz . Utangaç biriyim çünkü . Bende onların bloglarını okudum . Sonra biri şunları yazdı ve ben okudum :

''Hep ne olmayacağımı biliyorum. Ama hiç ne olacağımı bilmiyorum. Hep ne yazmayacağımı biliyorum. Ama hiç ne yazacağımı bilmiyorum.

Bilmem anlatabiliyor muyum?

Salvador Dali... Ne müthiş herif.''


Salvodor Dali ?

Candır yaa .

Helas Pour Moi

Bir şeyler vardı aklımda yazacak . Sonra bir yazı okumaya başladım sabah 10'da ... Hala okuyorum . Asla böyle birşey yazamayacak olmanın verdiği duyguyla eğilen başım ve hala yazmaya çalışmanın ''mahçubiyeti'' vardı yanımda . Kalbimi asla bu kadar dışarı çıkaramam ben . O kadar cesur olamadım hiçbir zaman . Ayrıca elimde o kadar kan birikmedi duvarları boyayacak kadar . Sonra bir ''merak'' geldi odaya . Kimdi bu satırları beklenen . Çünkü bende okumak isterdim onları . Okuduğum , hayran olduğum , satırların sahibinin sabahları gözünü açtığında okumayı beklediği satırlar ... Düşünmesi bile heyecan verici . Okumaya devam ettim ardı ardına . Yirmi defa , kırk defa okudum . Sonra güneş kapandı bulutla . Karanlık çöktü aniden . Elinde bir aynayla ''acaba'' geçti karşıma . Kaldırdı aynayı ve şaşkın suratımı gördüm . Acaba ardından masal okunan o dost ben ... Kocaman bir kahkaha attım kendi kendime . Saatlerce dalga geçtim kendi kendimle . Ne zannediyordum kendimi , yazdıklarımı . Peki O bilseydi , bir an için bile böyle sandığımı , güler miydi , acır mıydı bana ?

Sonra büyücünün verdiği kartal tüyleri ve kırmızı yaprakları ezerek yaptığım boya gözüme çarptı .

29 Mayıs 2009 Cuma

Horses

Eğer dramatize etmek gerekirse ;

Jeff Buckley konserinden sonra Ntv'de Patti Smith belgeseli başladı .

Lanet ofisten çıkmadan hemen önce açık kalan tek bilgisayarda sabaha kadar çalması için Careless Whisperer'ı ayarlıyorum ve gece bütün bina erimiş olacak .

Şimdi karanlığın içine koşma zamanı , yarın dönecek bir iş yeri yok artık . Patti Smith kadınının söylediği gibi ''sokaklar sizin , çıkın ve geri alın onları''. Sen de kurtul oradan , ay doğdu , günaydın .

Karıncalar

Yeni bir çanta aldım . Eskisinin sağı solu sökülmüştü . İçindekiler sarkıyordu etrafından . Dilek ağacı gibiydi . Daha büyük bir şey aldım ama onun da içi boş kaldı . Bir kaç kitap atayım dedim . Elime Boris Vian - Karıncalar geldi . İçinden de üniversitede çekilmiş bir fotoğraf . Pek değişmemişim on yıl geçmesine rağmen . Ortasından okumaya başladım , kitapta pek değişmemiş . Altıkırkbeş yayınevinin klasikleşmiş metin öncesi notlarını okudum . Şöyle yazmış Kaan Çaydamlı :

- Ağladı ...
Geri dönmeden önce bir alabalık daha yakalıyabilir miyim diye düşündü . Kadıköylü bir şairin dediği gibi '''umutsuz bile değildi.'' -

28 Mayıs 2009 Perşembe

Yarın Yok

Kaçıp uzaklara gitmek istersin ya
Ben girebildiğim kadar içinde olmak istiyorum
Gönüllü sürgün şehrimin içinde
Sigara dumanı vatanım benim
Üzerime titreyen mum
Tek kelime etmeden bin yıl
Öldüğümde tek yaş akmazsa arkamdan
Anlamışlardır benim derdimi
Tamamdır herşey
Toprağın üzerine dökersen bir kadeh kırmızı şarap .

Pazartesi

Çok kalabalık . İnsanlar bir anlaşma yapsa ve beş yıl süresince üremeseler . 2010 doğumlu kimse olmasa mesela dünya üzerinde . Ama olmaz , üremeliyiz , tüketmeliyiz , yakıp yıkmalıyız , gürültü çıkarmalıyız . Tonlara para kazanıp , tonlarca para harcamalıyız . Reklamları izlemeliyiz ve reklamlardakiler gibi olmalıyız . Çikolatalı gofret reklamlarına dikkat ettin mi hiç . Çocuğun elinde bir gofret var düzgünce açılmış . Gofretin yarısı paketin dışında ama paketin boş kısmı , içi dolu gibi muntazam duruyor . Ucundan düzgün bir ısırık alınmış . Düzgün dişleri kırmızı yanakları olan cocuk , pergelle cizilmiş gibi ısırmış ucundan . Bir de bize bak . Sıcaktan erimiş çikolata , zaten paketi doğru düzgün açamadığımız için ağzımız gözümüzle yemişiz . Yanaklarımızda sivilce izleri , çekilmiş diş etleri , gofret sigara altlığı . Aslında tek istediğimiz biraz sessizlik ve yalnızlık değil miydi ? Reklamlarda arayıp bulamadığımız ...

27 Mayıs 2009 Çarşamba

Çarşamba

''Ben dikkat çekmezsem ölürüm'' , demişti . Benim ise en sevdiğim renk gri , dikkat çekmeden asfaltta kaybolmak için . Bazı anları yazmam için hatırlamam gerekiyor . Aylarca unutmaya çalıştığım anları . Bir saatlik uyku için dilendiğim zamanlar oldu .



Gitmeden dakikalarca sarıldık , ''gitmek istemiyorum'' , dedi . ''Sadece bir hafta kalacaksın'' , dedim . Sanırım daha uzun süreceğini yani hiç dönmeyeceğini hissetmişti . Bu yüzden alnını yanağımdan çekip otobüse binmek istemiyordu . Gitti ...



Sonra ben ilk kez birini özledim . Telefondaki titreyen sesimden anlamış olmalıydı ve dönmemesi için yeterli bir sebepti . Kalbimi çıkarıp eline vermiştim . Bu yazılı olmayan aşk kurallarına göre cezasız kalamazdı . Aylarca sokaklarda , fırlatılıp atılmış o et parçasını aradım . Sonra bir sokakta kalbimi değil ama O'nu buldum olması gerektiği gibi bir başkasıyla . Şunları yazmıştım ...

26 Mayıs 2009 Salı

Salı

Ayrı kaldığımız süre içinde o kadar çok özledim ki , bu O'nun dönmemesi için yeterli bir sebepti . Anlatırım sonra ...

25 Mayıs 2009 Pazartesi

Pazar

At boku aromalı kahve yapmışlar . Zor da olsa hepsini içtim . Sade nescafe istemiştim sadece .

''Bugün dışarı adımımı atmam . Kıyamet kopsa yerimden kıpırdamam'' diyordum kendi kendime . Bir arkadaşım aradı ''biliyorum dün çok geç döndün ama çık bir kahve içelim'' deyince , ''problem değil iniyorum hemen'' dedim . Bu herif benim geç döndüğümü nereden biliyor diye kafama takıldı ama .

Sabaha karşı 4'te ''kalk dürüm yiyelim'' diye aramışım bunu, sonradan hatırladım . Niye o kadar geç döndüğümü sordu . Anlattım :

- Konsere girmeden çıkışta birşeyler yiyecek ve dolmuşa verecek kadar parayı ayırmıştım . Sonra nasıl olduysa ben o parayı da , kendime bile fark ettirmeden , içmişim . Çıktım tam durağa geldim bir baktım 2 tl. kalmış cebimde . Dolmuş o satte 3,6 tl . Arada muazzam bir fark var takdir edersin ki . Neyse dedim gidip bankadan çekerim . Fakat hesapta 50 ve 50'nin katları kadar para olmadığı için çekemedim . Yapacak birşey yoktu , inerim Beşiktaş'a bir bankta sabahlarım sonra otobüsle dönerim ne de olsa akbil diye sihirli bir aletim var bilyorsun . Ayrıca 7/24 bir market bulursam bir bira daha alacak param olması baya neşelendirdi beni . Yanımda kazak falan da var . Tam Marmara'nın önünden aşağı doğru ineceğim , şeytan dürttü , kredi kartından para çek diye . Ama hatırladığım kadarıyla borcunu ödemediğim için kapatmışlardı kullanıma . Umutsuzca ''bir bakayım hem zaman geçer'' dedim . 20 tl istedim , verdi . Sonra ne bileyim neşem kaçtı cebime para girince , eve döndüm . O ara aradım seni , dürüm ısmarlarım diye ...

At bokundan yapılmış kahvelerimizi içtik kalktık . Eve dönünce aklıma geldi . Gece döndüğümde su içmek için dolabı açmıştım . Bir gün önce aldığım biraları gördüm . Salak salak sırıttığımı hatırlıyorum . Sarhoşum zaten daha fazla içecek durumda değildim (bunu yazdım ama pek inanmadım , bir bira için her zaman yer vardır) ama bilmiyorum işte . Bunu o kadar kolay anlatamam . Orda olmaları bile çok güzeldi . Benim için hiç bir zaman , içelim kafayı bulalım konusu olmadı içmek . Bir gönül meselesiydi hep . Malı , mülkü hiç konu olmadı bu dünyanın benim için ama akşam eve dönerken alacağım biranın hayalini kurdum sabahtan akşama çalışırken . ''3 Tane mi alayım 4 tane mi ? Rakı alayım olmazsa , babamla ufak tefek meze de yaparız'' gibi gündüz hayallerim oldu . Gönül işi dediğim bu işte . Bu yüzden Votka-redbul reçel rafında olmalı marketlerde ...

23 Mayıs 2009 Cumartesi

Gece

- Demek kendi işin var ne kadar güzel , araban var mı ?

- Hayır , fosil yakıt tüketen araçlara karşıyım .

- Ne kadar duyarlısın çevre konusunda , çok hoş .

- Aslında araba alacak param yok ama böyle söyleyince daha iyi hissediyorum kendimi .

-...

- Evet ne içiyoruz ?

Akşam

Konu biraz dağıldı . Asıl meseleye gelirsek ; çerkez tavuğunun neden benim için bu kadar önemli olduğunu anlatmam lazım öncelikle . Daha bacak kadar çocukken Meliş annelere ( Özgen amcamın annesiydi rahmetli ) gittiğimizde akşam yemeğinde çerkez tavuğu olacağını adım gibi bilirdim . Adım Victor ve o akşam yemeklerinde çerkez tavuğu olur . Melişin vefatından sonra bir daha yemedim ama hiç unutmadım tadını . Aslında o kadar teferrutlı bir şey değil . Tavukları didiyorsunuz ve üstüne sosunu döküyorsunuz en basit tarifiyle . Fakat diğer birçok yemekte olduğu gibi asıl konu sos ... Taratora benzer bir sos bu . Yoğurt , sarımsak , bayat ekmek içi ve ceviz olması lazım içinde , en azından ben öyle hatırlıyorum ama çok hassas bir nokta var . Meliş bir şekilde çıkarttığı cevizin yağını yemek masaya geldiğinde kızdırıp yemeğin üzerinde gezdirirdi ve sosun içindeki ceviz ile o cevizlerin yağı tekrar birleşirdi .

Annem yıllar önce ben askere gitmeden ''oğlum ne istersin gitmeden ne yapayım sana'' dediğinde çerkez tavuğu istemiştim . Sonra askere gittim , geldim , oraya gittim , buraya geldim hala yapacak bekliyorum . Geçen gün ''ne zaman yapacaksın şu yemeği'' dediğimde hatırlamadığını söyledi . Hak verdim unutmasına , beş altı sene geçti üzerinden ama ben unutmadım .

Üniversitede bir kız vardı çerkez . O baya umut vermişti aslında bana . Çok güzel yaptığını falan anlatmıştı ama ceviz yağı konusuna gelince sınıfta kaldı . Ayçiçek yağı döküyormuş üstüne ...

Bazı şeyleri özlüyorum eskiye ait bu kesin . Ama bazı şeyleri bir an bile düşünmek korkutucu . Hiç keşke yirmi yıl öncesine dönebilsem demedim açıkçası . Yirmi yıl sonra da demeyeceğime inanıyorum . Tren yolculuğu gibi , istasyonlar değişiyor ama hepsi aşağı yukarı aynı sadece sen biraz daha yorgun hissediyorsun her seferinde ... Yol yorgunluğu galiba . Ve aniden kendime dönüp ''bütün bunlara sadece Meliş annenin çerkez tavuğu için bile katlanmaya değerdi öyle değil mi?'' diye sorduğumda , ''hiç tereddütsüz evet , tekrar onun elinden yiyemeyecek olsamda evet'' diyebiliyorsam bir istasyon daha göreceğim demektir . Peki o zaman ... Madem akşam oldu yemekli vagona geçip biraz yiyelim içelim . Daha çok içelim tabi .

Öğle

O hep bahsettiğin , hayatın bütün hatlarıyla seni boğduğu anlarda beliren , ufak ama güçlü gülümseme ... Bence , eğer gerçekten oradalarsa tabi , yukarıdan bakanların hiç hoşuna gitmiyor .

''Niye gülümsüyor , yeterince canı yanmış olması lazımdı , ne yapmam gerekiyor anlamıyorum kafasına bir şimşek mi göndereyim !!''

Hayattan hıncını , o ufak gülümsemeyle alanlara gelsin o zaman sıradaki parça .

Sabah

Kendimin farkında değildim . Kendim yada ben kavramından haberim yoktu veya unutmuştum . Anlam verilemeyen kesik görüntüler dışında hiçbirşey yoktu . Bazen nedenini bile bilmediğim ama beni parça parça bölen iç sıkıntımdan eser yoktu yani ben yoktum . Yokluk , kısa anlamsız görüntüler , hiçlik ...

Sonra o lanet elektrik süpürgesi çalıştı . En az iki saat daha uyuyabilirdim veya yok olabilirdim . Şu an evdeki tüm canlılar huzursuz . Halının üstündeki kırıntıların kime zararı var .

Günaydın ...

22 Mayıs 2009 Cuma

Hallelujah

Bütün olan biteni unutmak zor aynı zamanda olduğu gibi yazmakta . Ayrıca her şey güneşli bir Pazar gününde başlamadı . Ne zaman başladığını hatırlamıyorum . Tek bildiğim , içimdeki zehir beni tamamen felç etmeden , zehrin bir kısmını buraya püskürtmek . Bunu yapmanın verdiği manevi haz , içerdeki tahribatın acısını biraz olsun unutturuyor . Neyse ...


Yarın tatil . Öğlene kadar uyumamı sağlayacak kadar içmeliyim bu akşam . Eski günlerin birinde babam ''uykuda geçen zaman boşa geçmiştir'' demişti . Ölesiye boşa geçirmek istiyorum zamanımı .


Tanışalı birkaç hafta olmuştu onunla ...


Telefon çaldı . Eski arkadaşlardan biri :



-Neredesin ?



-Evdeyim , oturuyorum , içiyorum .



-Bu saatte mi ?



-Kalbimi yine birinin eline , fırlatıp sokağa atsın diye vermişken , içimde yanan ateşin üstüne ıhlamur mu dökeyim , güneş yeni doğdu diye ?



-Sende haklısın .


Aylar geçti üzerinden . Zaman bazı zamanlarda daha hızlı akıyor .


Ayrılalı bir kaç hafta olmuştu ...


İş yerine en sevdiği çiçeklerden bir demet yolladım . Üstüne de ''beni yanıltmadığın için teşekkürler'' yazdım . Neyse ...


İyi hafta sonları , umarım serin geçer .

Constipation Blues


Peki sen kalacak mısın bu evde benimle ?
Bu evde kalabilirim ama senle kalacağıma söz veremem .
Ne yani beni evimden atıp başka birini getireceksin ?
Bu ev derken tam olarak kastettiğin ne ?
Bu ev işte ne olacak , beraber yaşamak !
Güzel bir evin var .
Eee ?
Gelirken radyoda Screamin' Jay Hawkins çaldı .
Tamam unut gitsin .
Constipation Blues ...

21 Mayıs 2009 Perşembe

Victor

Alexandra , tahtında huzursuz bir şekilde oturan Edward'a doğru yürüdü . Tam olması gereken yerde eğilerek selamladı . Kızının yüzündeki gülümsemenin ne anlama geldiğini anlamadı Edward . Alexandra gülmezdi . Kız babasının elini öptü ve :

- Soylu Kral'ım , sevgili babam , yaşlı surlarımız yorgun savaşçılarımız dayanamayacak daha fazla , izin verirsen şehirden çıkalım , savaşarak ölelim !

Yaşlı Edward güçlükle ayağa kalktı :

- Küçük kızım büyümüş şimdi de bana akıl veriyor öyle mi Alexandra ?

Yorgun ayaklarının taşımakta zorlandığı gövdesi ihtişamlı tahtına yığıldı , Alexandra'nın parıldayan gözlerinde umutsuzluk bulutları ...

Bir kaç saat sonra Victor Onopko ordusuyla şehre girdi . Şehirde ne atılacak bir ok , ne yenecek bir lokma ekmek kalmıştı üç aylık kuşatmanın ardından . Onopko önünde yerlere yatıp merhamet dileyenleri tek tek elleriyle kaldırdı . Sarayın büyük kapısından içeri girdi , sağ kalan tek saray muhafızının yanından ...

Başını hafifçe öne eğerek Kral'ı selamladı ve dışarı çıktı . Ordusunun dinlenmesine izin vermeden şehri boşalttı . Kendisinin doğduğu ve şu an sahip olduğu bir şehir vardı , oraya döndü . İçkisini sevdiği şehirde içti . Ne önemi vardı ki bütün bunların , savaşların , kazanılmış kaybedilmiş toprakların ... En azından Onopko için yoktu .

20 Mayıs 2009 Çarşamba

Devasa Holte End



Bir ''futbol blog'' yazabilirim aslında , dertsiz tasasız . Diğer binlercesi gibi . Hayat daha kolay olurdu benim için . Ronaldinho Fener'e geldi , Fiorentina küme düştü , Rüştü kıçını kırdı ... Ama hayır zor ve zahmetli bir yol var önümde . Öyle bir blog olmalı ki bu , olup olmadığı belli olmamalı , nereden türediği bilinmemeli , belli bir konusu veya teması olmamalı .

Olmamak üzerine yazılan ve zamanla kaybolan bir blog . Delik benzin deposundan her metrede yere damlayan ve anında uçan yakıt . Üç kişinin bildiği , senin , benim ve senin bildiğin . Unutulan bir blog olmalı , uçsuz bucaksız çöplükte bir zımba telinin arasında kalmış minik bir kağıt parçası . Üzerinde ne yazdığının ne önemi var . Üzerinde karınca duası . Gözle görülmeyen bir toz zerresi kadar önemsiz , gözüne girip iki saat kaşımanı gerektirecek kadar sinsi olmalı .

Kanım tekrar dolaşmaya başladı içimde . Kendi içinden çıkarttığı damarlar içinde ...

19 Mayıs 2009 Salı

Happy Hour

Tek isteğim ölmeden önce bir kez daha çerkez tavuğu yemek . Bu kadar , başka bir şey istemiyorum . Bütün çabam bunun için ve varoluş nedenim bu . Bu bloğun yazılmasının nedeni bu , sadece bu . Aksi ispatlanacak olursa , ki bu mümkün , Onopko bir daha ortaya çıkmamak üzere yok olacak ve Onopko Bar kapanacak ... Amin .

Bugün bütün içkiler bedava , bugün sokak ayyaşlarının takım elbiselilerden üç kuruş dilenmesine gerek yok , bugün 18 yaş sınırı yok , Onopko Bar tam zamanında ve yerinde kapılarını açtı , çerkez tavuğu aşkına , aşkına ...