30 Mayıs 2009 Cumartesi

I've Got a Date With My Television

- Çok iyi birisin , umarım kendine göre birini bulursun .


- Ah , çok teşekkür ederim iyi dileklerin için ama sen tam bana göreydin . Etrafımda tutunacak hiç birşey kalmamışken bırakıyorsun beni ve bu tam istediğim şey .


- ...


- Neydim ben turuncu insan mı ?


- Gerçekten katılmanı isterdim o seminere , bak bu kartın altında bütün özelliklerin yazıyor mesela teşvik edicisin ama başkalarını kendini değil ayrıca ...


- Tamam anladım yeteri kadar bahsettin kartlardan , seminerlerden , işinden , kendinden ... Seni seviyorum , hoşçakal .


Asansörde yaktım sigaramı . Kendime göre birini bulurmuşum . Sana mı soracağım kime aşık olacağımı ? İyi biriymişim . Siktir ! Onu eninde sonunda kaybedeceğimi biliyordum . Daha onunla tanışmadan önce biliyordum . Kötü olan onunla beraberken kendi inancımı , hayata karşı duruşumu kaybetmiştim . Eve dönerken üç paket sigara aldım . Yeteri kadar içki , kitap , kaset , cd , dergi vardı evde . Eski düzene geri dönecektim . Hatırlamak için uzun bir gece vardı önümde . Sabah bu hikaye bitmiş olacaktı . Kasetler , cdler , kitaplar . Üç paket sigara , biraya karıştıp içtiğim votka bitti . Sabah oldu ama hikaye bitmedi . Önümde dağ gibi bir küllük olmuştu . Pazar günüydü . BU SİKTİĞİMİN PAZAR GÜNÜNDE NE YAPIYORDUM BEN !! Hatırlamıyordum . Pazar sabahları sevişirdik . Kahvaltı eder , gazete okurduk . Yapardık ederdik . Ben ne yapardım O yokken ... Hatırlamıyorum . Gidebildiğim en eski tarih onunla tanıştığım gün .


Ve kendime bir blog yaptım . Nasıl durduğumu hatırlayamıyorsam hayatın önünde , şimdi nasıl durmam gerektiğini yazarım aklım yettiğince ve sonra okurum dedim kendi kendime . Lisedeki zoraki yazılan kompozisyonlardan sonra yazdığım ilk cümle ''reddedilmeyeceksen veya terkedilmeyeceksen aşık olmanın ne anlamı var'' oldu . Sonra okudum . Çok mantıklı geldi . Yavaş yavaş hatırlamaya başladım . Evet , umut en güçlü zehirdi ve bir şeyler umut etmeye başlamıştım geleceğe dair , o varken . Oysaki benim en uzak geleceğim bu akşamdı . Bu 40 yıllık ev bu gece başıma yıkılabilirse bir depremle veya kendi kendine , kim siker yarını .


Akşam işten çıkarken yazıyordum . Sabah gelip okuyordum . Geceler hala zor geçiyordu . Geceler bir sene sürüyordu . Sonra ilginç bir şey oldu . Birileri okumaya başladı . Bunu beklemiyordum açıkçası . Utandım biraz . Utangaç biriyim çünkü . Bende onların bloglarını okudum . Sonra biri şunları yazdı ve ben okudum :

''Hep ne olmayacağımı biliyorum. Ama hiç ne olacağımı bilmiyorum. Hep ne yazmayacağımı biliyorum. Ama hiç ne yazacağımı bilmiyorum.

Bilmem anlatabiliyor muyum?

Salvador Dali... Ne müthiş herif.''


Salvodor Dali ?

Candır yaa .

Helas Pour Moi

Bir şeyler vardı aklımda yazacak . Sonra bir yazı okumaya başladım sabah 10'da ... Hala okuyorum . Asla böyle birşey yazamayacak olmanın verdiği duyguyla eğilen başım ve hala yazmaya çalışmanın ''mahçubiyeti'' vardı yanımda . Kalbimi asla bu kadar dışarı çıkaramam ben . O kadar cesur olamadım hiçbir zaman . Ayrıca elimde o kadar kan birikmedi duvarları boyayacak kadar . Sonra bir ''merak'' geldi odaya . Kimdi bu satırları beklenen . Çünkü bende okumak isterdim onları . Okuduğum , hayran olduğum , satırların sahibinin sabahları gözünü açtığında okumayı beklediği satırlar ... Düşünmesi bile heyecan verici . Okumaya devam ettim ardı ardına . Yirmi defa , kırk defa okudum . Sonra güneş kapandı bulutla . Karanlık çöktü aniden . Elinde bir aynayla ''acaba'' geçti karşıma . Kaldırdı aynayı ve şaşkın suratımı gördüm . Acaba ardından masal okunan o dost ben ... Kocaman bir kahkaha attım kendi kendime . Saatlerce dalga geçtim kendi kendimle . Ne zannediyordum kendimi , yazdıklarımı . Peki O bilseydi , bir an için bile böyle sandığımı , güler miydi , acır mıydı bana ?

Sonra büyücünün verdiği kartal tüyleri ve kırmızı yaprakları ezerek yaptığım boya gözüme çarptı .

29 Mayıs 2009 Cuma

Horses

Eğer dramatize etmek gerekirse ;

Jeff Buckley konserinden sonra Ntv'de Patti Smith belgeseli başladı .

Lanet ofisten çıkmadan hemen önce açık kalan tek bilgisayarda sabaha kadar çalması için Careless Whisperer'ı ayarlıyorum ve gece bütün bina erimiş olacak .

Şimdi karanlığın içine koşma zamanı , yarın dönecek bir iş yeri yok artık . Patti Smith kadınının söylediği gibi ''sokaklar sizin , çıkın ve geri alın onları''. Sen de kurtul oradan , ay doğdu , günaydın .

Karıncalar

Yeni bir çanta aldım . Eskisinin sağı solu sökülmüştü . İçindekiler sarkıyordu etrafından . Dilek ağacı gibiydi . Daha büyük bir şey aldım ama onun da içi boş kaldı . Bir kaç kitap atayım dedim . Elime Boris Vian - Karıncalar geldi . İçinden de üniversitede çekilmiş bir fotoğraf . Pek değişmemişim on yıl geçmesine rağmen . Ortasından okumaya başladım , kitapta pek değişmemiş . Altıkırkbeş yayınevinin klasikleşmiş metin öncesi notlarını okudum . Şöyle yazmış Kaan Çaydamlı :

- Ağladı ...
Geri dönmeden önce bir alabalık daha yakalıyabilir miyim diye düşündü . Kadıköylü bir şairin dediği gibi '''umutsuz bile değildi.'' -

28 Mayıs 2009 Perşembe

Yarın Yok

Kaçıp uzaklara gitmek istersin ya
Ben girebildiğim kadar içinde olmak istiyorum
Gönüllü sürgün şehrimin içinde
Sigara dumanı vatanım benim
Üzerime titreyen mum
Tek kelime etmeden bin yıl
Öldüğümde tek yaş akmazsa arkamdan
Anlamışlardır benim derdimi
Tamamdır herşey
Toprağın üzerine dökersen bir kadeh kırmızı şarap .

Pazartesi

Çok kalabalık . İnsanlar bir anlaşma yapsa ve beş yıl süresince üremeseler . 2010 doğumlu kimse olmasa mesela dünya üzerinde . Ama olmaz , üremeliyiz , tüketmeliyiz , yakıp yıkmalıyız , gürültü çıkarmalıyız . Tonlara para kazanıp , tonlarca para harcamalıyız . Reklamları izlemeliyiz ve reklamlardakiler gibi olmalıyız . Çikolatalı gofret reklamlarına dikkat ettin mi hiç . Çocuğun elinde bir gofret var düzgünce açılmış . Gofretin yarısı paketin dışında ama paketin boş kısmı , içi dolu gibi muntazam duruyor . Ucundan düzgün bir ısırık alınmış . Düzgün dişleri kırmızı yanakları olan cocuk , pergelle cizilmiş gibi ısırmış ucundan . Bir de bize bak . Sıcaktan erimiş çikolata , zaten paketi doğru düzgün açamadığımız için ağzımız gözümüzle yemişiz . Yanaklarımızda sivilce izleri , çekilmiş diş etleri , gofret sigara altlığı . Aslında tek istediğimiz biraz sessizlik ve yalnızlık değil miydi ? Reklamlarda arayıp bulamadığımız ...

27 Mayıs 2009 Çarşamba

Çarşamba

''Ben dikkat çekmezsem ölürüm'' , demişti . Benim ise en sevdiğim renk gri , dikkat çekmeden asfaltta kaybolmak için . Bazı anları yazmam için hatırlamam gerekiyor . Aylarca unutmaya çalıştığım anları . Bir saatlik uyku için dilendiğim zamanlar oldu .



Gitmeden dakikalarca sarıldık , ''gitmek istemiyorum'' , dedi . ''Sadece bir hafta kalacaksın'' , dedim . Sanırım daha uzun süreceğini yani hiç dönmeyeceğini hissetmişti . Bu yüzden alnını yanağımdan çekip otobüse binmek istemiyordu . Gitti ...



Sonra ben ilk kez birini özledim . Telefondaki titreyen sesimden anlamış olmalıydı ve dönmemesi için yeterli bir sebepti . Kalbimi çıkarıp eline vermiştim . Bu yazılı olmayan aşk kurallarına göre cezasız kalamazdı . Aylarca sokaklarda , fırlatılıp atılmış o et parçasını aradım . Sonra bir sokakta kalbimi değil ama O'nu buldum olması gerektiği gibi bir başkasıyla . Şunları yazmıştım ...

26 Mayıs 2009 Salı

Salı

Ayrı kaldığımız süre içinde o kadar çok özledim ki , bu O'nun dönmemesi için yeterli bir sebepti . Anlatırım sonra ...

25 Mayıs 2009 Pazartesi

Pazar

At boku aromalı kahve yapmışlar . Zor da olsa hepsini içtim . Sade nescafe istemiştim sadece .

''Bugün dışarı adımımı atmam . Kıyamet kopsa yerimden kıpırdamam'' diyordum kendi kendime . Bir arkadaşım aradı ''biliyorum dün çok geç döndün ama çık bir kahve içelim'' deyince , ''problem değil iniyorum hemen'' dedim . Bu herif benim geç döndüğümü nereden biliyor diye kafama takıldı ama .

Sabaha karşı 4'te ''kalk dürüm yiyelim'' diye aramışım bunu, sonradan hatırladım . Niye o kadar geç döndüğümü sordu . Anlattım :

- Konsere girmeden çıkışta birşeyler yiyecek ve dolmuşa verecek kadar parayı ayırmıştım . Sonra nasıl olduysa ben o parayı da , kendime bile fark ettirmeden , içmişim . Çıktım tam durağa geldim bir baktım 2 tl. kalmış cebimde . Dolmuş o satte 3,6 tl . Arada muazzam bir fark var takdir edersin ki . Neyse dedim gidip bankadan çekerim . Fakat hesapta 50 ve 50'nin katları kadar para olmadığı için çekemedim . Yapacak birşey yoktu , inerim Beşiktaş'a bir bankta sabahlarım sonra otobüsle dönerim ne de olsa akbil diye sihirli bir aletim var bilyorsun . Ayrıca 7/24 bir market bulursam bir bira daha alacak param olması baya neşelendirdi beni . Yanımda kazak falan da var . Tam Marmara'nın önünden aşağı doğru ineceğim , şeytan dürttü , kredi kartından para çek diye . Ama hatırladığım kadarıyla borcunu ödemediğim için kapatmışlardı kullanıma . Umutsuzca ''bir bakayım hem zaman geçer'' dedim . 20 tl istedim , verdi . Sonra ne bileyim neşem kaçtı cebime para girince , eve döndüm . O ara aradım seni , dürüm ısmarlarım diye ...

At bokundan yapılmış kahvelerimizi içtik kalktık . Eve dönünce aklıma geldi . Gece döndüğümde su içmek için dolabı açmıştım . Bir gün önce aldığım biraları gördüm . Salak salak sırıttığımı hatırlıyorum . Sarhoşum zaten daha fazla içecek durumda değildim (bunu yazdım ama pek inanmadım , bir bira için her zaman yer vardır) ama bilmiyorum işte . Bunu o kadar kolay anlatamam . Orda olmaları bile çok güzeldi . Benim için hiç bir zaman , içelim kafayı bulalım konusu olmadı içmek . Bir gönül meselesiydi hep . Malı , mülkü hiç konu olmadı bu dünyanın benim için ama akşam eve dönerken alacağım biranın hayalini kurdum sabahtan akşama çalışırken . ''3 Tane mi alayım 4 tane mi ? Rakı alayım olmazsa , babamla ufak tefek meze de yaparız'' gibi gündüz hayallerim oldu . Gönül işi dediğim bu işte . Bu yüzden Votka-redbul reçel rafında olmalı marketlerde ...

23 Mayıs 2009 Cumartesi

Gece

- Demek kendi işin var ne kadar güzel , araban var mı ?

- Hayır , fosil yakıt tüketen araçlara karşıyım .

- Ne kadar duyarlısın çevre konusunda , çok hoş .

- Aslında araba alacak param yok ama böyle söyleyince daha iyi hissediyorum kendimi .

-...

- Evet ne içiyoruz ?

Akşam

Konu biraz dağıldı . Asıl meseleye gelirsek ; çerkez tavuğunun neden benim için bu kadar önemli olduğunu anlatmam lazım öncelikle . Daha bacak kadar çocukken Meliş annelere ( Özgen amcamın annesiydi rahmetli ) gittiğimizde akşam yemeğinde çerkez tavuğu olacağını adım gibi bilirdim . Adım Victor ve o akşam yemeklerinde çerkez tavuğu olur . Melişin vefatından sonra bir daha yemedim ama hiç unutmadım tadını . Aslında o kadar teferrutlı bir şey değil . Tavukları didiyorsunuz ve üstüne sosunu döküyorsunuz en basit tarifiyle . Fakat diğer birçok yemekte olduğu gibi asıl konu sos ... Taratora benzer bir sos bu . Yoğurt , sarımsak , bayat ekmek içi ve ceviz olması lazım içinde , en azından ben öyle hatırlıyorum ama çok hassas bir nokta var . Meliş bir şekilde çıkarttığı cevizin yağını yemek masaya geldiğinde kızdırıp yemeğin üzerinde gezdirirdi ve sosun içindeki ceviz ile o cevizlerin yağı tekrar birleşirdi .

Annem yıllar önce ben askere gitmeden ''oğlum ne istersin gitmeden ne yapayım sana'' dediğinde çerkez tavuğu istemiştim . Sonra askere gittim , geldim , oraya gittim , buraya geldim hala yapacak bekliyorum . Geçen gün ''ne zaman yapacaksın şu yemeği'' dediğimde hatırlamadığını söyledi . Hak verdim unutmasına , beş altı sene geçti üzerinden ama ben unutmadım .

Üniversitede bir kız vardı çerkez . O baya umut vermişti aslında bana . Çok güzel yaptığını falan anlatmıştı ama ceviz yağı konusuna gelince sınıfta kaldı . Ayçiçek yağı döküyormuş üstüne ...

Bazı şeyleri özlüyorum eskiye ait bu kesin . Ama bazı şeyleri bir an bile düşünmek korkutucu . Hiç keşke yirmi yıl öncesine dönebilsem demedim açıkçası . Yirmi yıl sonra da demeyeceğime inanıyorum . Tren yolculuğu gibi , istasyonlar değişiyor ama hepsi aşağı yukarı aynı sadece sen biraz daha yorgun hissediyorsun her seferinde ... Yol yorgunluğu galiba . Ve aniden kendime dönüp ''bütün bunlara sadece Meliş annenin çerkez tavuğu için bile katlanmaya değerdi öyle değil mi?'' diye sorduğumda , ''hiç tereddütsüz evet , tekrar onun elinden yiyemeyecek olsamda evet'' diyebiliyorsam bir istasyon daha göreceğim demektir . Peki o zaman ... Madem akşam oldu yemekli vagona geçip biraz yiyelim içelim . Daha çok içelim tabi .

Öğle

O hep bahsettiğin , hayatın bütün hatlarıyla seni boğduğu anlarda beliren , ufak ama güçlü gülümseme ... Bence , eğer gerçekten oradalarsa tabi , yukarıdan bakanların hiç hoşuna gitmiyor .

''Niye gülümsüyor , yeterince canı yanmış olması lazımdı , ne yapmam gerekiyor anlamıyorum kafasına bir şimşek mi göndereyim !!''

Hayattan hıncını , o ufak gülümsemeyle alanlara gelsin o zaman sıradaki parça .

Sabah

Kendimin farkında değildim . Kendim yada ben kavramından haberim yoktu veya unutmuştum . Anlam verilemeyen kesik görüntüler dışında hiçbirşey yoktu . Bazen nedenini bile bilmediğim ama beni parça parça bölen iç sıkıntımdan eser yoktu yani ben yoktum . Yokluk , kısa anlamsız görüntüler , hiçlik ...

Sonra o lanet elektrik süpürgesi çalıştı . En az iki saat daha uyuyabilirdim veya yok olabilirdim . Şu an evdeki tüm canlılar huzursuz . Halının üstündeki kırıntıların kime zararı var .

Günaydın ...

22 Mayıs 2009 Cuma

Hallelujah

Bütün olan biteni unutmak zor aynı zamanda olduğu gibi yazmakta . Ayrıca her şey güneşli bir Pazar gününde başlamadı . Ne zaman başladığını hatırlamıyorum . Tek bildiğim , içimdeki zehir beni tamamen felç etmeden , zehrin bir kısmını buraya püskürtmek . Bunu yapmanın verdiği manevi haz , içerdeki tahribatın acısını biraz olsun unutturuyor . Neyse ...


Yarın tatil . Öğlene kadar uyumamı sağlayacak kadar içmeliyim bu akşam . Eski günlerin birinde babam ''uykuda geçen zaman boşa geçmiştir'' demişti . Ölesiye boşa geçirmek istiyorum zamanımı .


Tanışalı birkaç hafta olmuştu onunla ...


Telefon çaldı . Eski arkadaşlardan biri :



-Neredesin ?



-Evdeyim , oturuyorum , içiyorum .



-Bu saatte mi ?



-Kalbimi yine birinin eline , fırlatıp sokağa atsın diye vermişken , içimde yanan ateşin üstüne ıhlamur mu dökeyim , güneş yeni doğdu diye ?



-Sende haklısın .


Aylar geçti üzerinden . Zaman bazı zamanlarda daha hızlı akıyor .


Ayrılalı bir kaç hafta olmuştu ...


İş yerine en sevdiği çiçeklerden bir demet yolladım . Üstüne de ''beni yanıltmadığın için teşekkürler'' yazdım . Neyse ...


İyi hafta sonları , umarım serin geçer .

Constipation Blues


Peki sen kalacak mısın bu evde benimle ?
Bu evde kalabilirim ama senle kalacağıma söz veremem .
Ne yani beni evimden atıp başka birini getireceksin ?
Bu ev derken tam olarak kastettiğin ne ?
Bu ev işte ne olacak , beraber yaşamak !
Güzel bir evin var .
Eee ?
Gelirken radyoda Screamin' Jay Hawkins çaldı .
Tamam unut gitsin .
Constipation Blues ...

21 Mayıs 2009 Perşembe

Victor

Alexandra , tahtında huzursuz bir şekilde oturan Edward'a doğru yürüdü . Tam olması gereken yerde eğilerek selamladı . Kızının yüzündeki gülümsemenin ne anlama geldiğini anlamadı Edward . Alexandra gülmezdi . Kız babasının elini öptü ve :

- Soylu Kral'ım , sevgili babam , yaşlı surlarımız yorgun savaşçılarımız dayanamayacak daha fazla , izin verirsen şehirden çıkalım , savaşarak ölelim !

Yaşlı Edward güçlükle ayağa kalktı :

- Küçük kızım büyümüş şimdi de bana akıl veriyor öyle mi Alexandra ?

Yorgun ayaklarının taşımakta zorlandığı gövdesi ihtişamlı tahtına yığıldı , Alexandra'nın parıldayan gözlerinde umutsuzluk bulutları ...

Bir kaç saat sonra Victor Onopko ordusuyla şehre girdi . Şehirde ne atılacak bir ok , ne yenecek bir lokma ekmek kalmıştı üç aylık kuşatmanın ardından . Onopko önünde yerlere yatıp merhamet dileyenleri tek tek elleriyle kaldırdı . Sarayın büyük kapısından içeri girdi , sağ kalan tek saray muhafızının yanından ...

Başını hafifçe öne eğerek Kral'ı selamladı ve dışarı çıktı . Ordusunun dinlenmesine izin vermeden şehri boşalttı . Kendisinin doğduğu ve şu an sahip olduğu bir şehir vardı , oraya döndü . İçkisini sevdiği şehirde içti . Ne önemi vardı ki bütün bunların , savaşların , kazanılmış kaybedilmiş toprakların ... En azından Onopko için yoktu .

20 Mayıs 2009 Çarşamba

Devasa Holte End



Bir ''futbol blog'' yazabilirim aslında , dertsiz tasasız . Diğer binlercesi gibi . Hayat daha kolay olurdu benim için . Ronaldinho Fener'e geldi , Fiorentina küme düştü , Rüştü kıçını kırdı ... Ama hayır zor ve zahmetli bir yol var önümde . Öyle bir blog olmalı ki bu , olup olmadığı belli olmamalı , nereden türediği bilinmemeli , belli bir konusu veya teması olmamalı .

Olmamak üzerine yazılan ve zamanla kaybolan bir blog . Delik benzin deposundan her metrede yere damlayan ve anında uçan yakıt . Üç kişinin bildiği , senin , benim ve senin bildiğin . Unutulan bir blog olmalı , uçsuz bucaksız çöplükte bir zımba telinin arasında kalmış minik bir kağıt parçası . Üzerinde ne yazdığının ne önemi var . Üzerinde karınca duası . Gözle görülmeyen bir toz zerresi kadar önemsiz , gözüne girip iki saat kaşımanı gerektirecek kadar sinsi olmalı .

Kanım tekrar dolaşmaya başladı içimde . Kendi içinden çıkarttığı damarlar içinde ...

19 Mayıs 2009 Salı

Happy Hour

Tek isteğim ölmeden önce bir kez daha çerkez tavuğu yemek . Bu kadar , başka bir şey istemiyorum . Bütün çabam bunun için ve varoluş nedenim bu . Bu bloğun yazılmasının nedeni bu , sadece bu . Aksi ispatlanacak olursa , ki bu mümkün , Onopko bir daha ortaya çıkmamak üzere yok olacak ve Onopko Bar kapanacak ... Amin .

Bugün bütün içkiler bedava , bugün sokak ayyaşlarının takım elbiselilerden üç kuruş dilenmesine gerek yok , bugün 18 yaş sınırı yok , Onopko Bar tam zamanında ve yerinde kapılarını açtı , çerkez tavuğu aşkına , aşkına ...